Leonardo Da Vinci (üçüncü bölüm)

19 Ocak 2024 Yazan:  
Kategori: Manşet, Rönesans Sanatı, Sanat

Rönesans sanatının dâhiyane üstâdı Leonardo Da Vinci ile ilgili yazı dizisinin bu üçüncü ve son bölümünde üstâdın çığır açan bir başka çalışması “Vitruvius Adamı” adlı eskizinden bahsetmek istiyorum.

Vitruvius Adamı, Leonardo Da Vinci’nin günlüklerinin birinde bulunan, aldığı notların yanına çizdiği, türlü rivayetleri içinde barındıran ünlü eskizidir. Sanat tarihçilerine göre bu eskiz adını, M.Ö. I. yüzyılda yaşamış Romalı mimar, yazar ve mühendis, De Architectura Libri Decem’in (Mimarlık Üzerine On Kitap) yazarı Marcus Vitruvius Pollio’dan almaktadır.

De Architectura Libri Decem (Mimarlık Üzerine On Kitap) adlı bu eser, mimarlığı konu alan ve günümüze denk ulaşmış en eski yazılı metin olması açısından önemlidir. Antik Çağ’dan Ortaçağ’a, özellikle Rönesans’a hükmeden bu şahsiyet, Leonardo Da Vinci başta olmak üzere, İtalyan hümanist Francesco Petrarca ve Bramante, Sebastiano Serlio, Andrea Palladio, Leon Battista Alberti gibi mimarları da etkilemeyi başarmıştır. Vitruvius, sözünü ettiğimiz bu eserinin orijininde, insan bedeninin sahip olduğu ideal bir orantıya yer vermiş ve ayrıca, sanattan anlamak için onun doğasına inilmesi gerektiğini savunarak, doğadaki uyum ile sanat eserlerinin kalıcılığı arasında ilişki kurmuştur. Leonardo Da Vinci ve birçok sanatçı, insan vücudunun bu ideal oranını çalışmalarına başarıyla yansıtmıştır. Bununla birlikte, her ne kadar üzerinde durulmasa da, Leonardo’nun iyice anlaşılması için Vitruvius’un önemli bir kaynak olduğunu düşünmekteyim. Nitekim Vitruvius’un hayatını incelediğimizde Leonardo’nun ondan nasıl etkilediğini birçok açıdan fark edeceksinizdir. Burada bahsettiklerim sadece küçük bir kesittir.

“Kuşkusuz sanatsal mükemmelliğin bilinmemesi nedeniyle doğal olarak fark edilmeyişine de şaşmamamız gerekir; ancak iyi hakemler, sosyal ilişkilerin etkisiyle sık sık göstermelik bir beğeniye yönlendikleri zaman en büyük kızgınlığın gösterilmesi zorunludur. Şimdi, Sokrates’in arzuladığı gibi duygularımız, düşüncelerimiz ve öğrenimle kazandığımız bilgiler açık seçik görülebilseydi, tanınmış olmanın ve aşırı övgünün bir etkisi kalmayacak, doğru ve sağlam bir öğrenimden geçerek bilginin doruğuna erişenler, kendileri hiç uğraşmaksızın görev alabileceklerdi. Ancak bu gibi şeyler, olmaları gerektiğini düşündüğümüz gibi açık ve belirgin görünmedikleri için ve öğrenim görenlerden çok cahillerin kayırıldığını izlediğimden ve şeref kazanma uğraşında cahillerle uğraşmayı kendime yakıştıramadığımdan bilgi alanımızın mükemmelliğini bu bilimsel yapıtı yayınlayarak göstermeyi yeğliyorum.” — Marcus Vitruvius Pollio —

1492 yılında çizildiği öne sürülen bu eskiz, aslında Leonardo Da Vinci’nin anatomi üzerine yaptığı çalışmaların çığır açıcı noktasını oluşturmaktadır. Bir daire ve bir karenin ortasında, değişik açılardan, kol ve bacakları açık ve kapalı, üst üste geçen çıplak bir erkeği resmetmektedir bu eskiz. Yanındaki notlarda sıkça bahsetmiş olduğu ve bizim de yukarıda sözünü ettiğimiz insan vücudunun ideal oranı Altın Oran’ın (Oranlar Kanunu), Leonardo’nun bu çalışmasında önemli bir yeri vardır. İnsan vücudu ve evren arasında anatomik bir bağ kuran Leonardo’nun bu eskizinde, karenin “maddesel” varlığı, dairenin ise “ruhsal” varlığı sembolize ettiği, bir nevi insanoğlunun farklı iki yönünü çizimine yansıttığı gibi görüşler öne sürülmektedir. Leonardo’nun hemen hemen bütün eserlerine nüfuz etmiş olan bu eser, Rönesans’ın önemli bir bilim ve sanat eseri olup günümüzde Venedik’te bulunan Gallerie dell’Accademia’da sergilenmektedir.

Mona Lisa (La Jaconde), Son Akşam Yemeği (L’ Ultima Cena) ve Vitruvius Adamı üçgeninde incelediğimiz Rönesans’ın ünlü üstâdı Leonardo Da Vinci hakkındaki yazı dizimizi burada sona erdiriyor, takip eden sanatseverlere teşekkür ediyorum.

Yazının birinci bölümüne buradan, ikinci bölümüne de şuradan ulaşabilirsiniz.

Yazan: Melike Karagül

Leonardo Da Vinci (ikinci bölüm)

20 Aralık 2024 Yazan:  
Kategori: Büyük Sanatçılar, Manşet, Rönesans Sanatı, Resim, Sanat

Rönesans sanatını doruğa ulaştıran, “I’uomo Universale” (evrensel insan) tipinin üst örneği dâhiyane üstat Leonardo Da Vinci’nin kısa özgeçmişiyle birlikte, imza attığı birçok ilkten, özellikle resim alanındaki çalışmalarından bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Ayrıca bir önceki yazımızın sonunda üstadın ünlü tablosu “Mona Lisa” (İtalyanca: La Gioconda; Fransızca: La Jaconde) hakkında kısa bir girizgâh vermiştik. Bu devam yazımızda tekrardan Leonardo Da Vinci’nin “Mona Lisa”sıyla başlayarak, “Son Yemek ya da Son Akşam Yemeği” (The Last Supper; İtalyanca: L’Ultima Cena) adlı ünlü freskinden kısaca bahsedeceğiz. Leonardo Da Vinci’nin eserleri elbette ki bununla sınırlanamasa da bu yazıda yalnızca üstadın yankı uyandıran bu iki şaheserinden bahsetmek istedim.

“Mona Lisa” (La Jaconde)… Gizemli gülümsemesiyle sanat tarihinin bir ikonu haline gelen Leonardo Da Vinci’nin ünlü eseri… Eser Fransa’da Louvre Müzesi’nde, son teknolojik güvenlik sistemiyle cam içinde sergilenmektedir. 1503 yılında çalışmalarına başlanan bu tablonun 1506 yılında bittiği varsayılmaktadır. Tablodaki şahsın kim olduğu hâlâ tartışılmakta olup esrarengiz Mona Lisa hakkında da bilimsel araştırmalar sürmektedir. Size şunu belirtmeliyim ki bu tablo hakkında yazılıp çizilen o kadar çok şey var ki eğer internette araştırırsanız, çok komik rivayetlerle bile karşılaşabilirsiniz. Ben sadece hepimizin bildiği birkaç varsayımdan bahsedeceğim: İlk olarak, Leonardo Da Vinci hakkında ilk biyografi çalışmasını yapan Vasari, Mona Lisa’nın, dönemin önemli isimlerinden Floransalı tüccar Francesco del Giocondo’nun eşi olduğunu ileri sürmüştür. Hatta bu sebepten ötürü Mona Lisa’ya “La Gioconda” deniliyormuş. İkincisi ise, Leonardo Da Vinci’nin kendi portresi olduğunu ileri sürüp kanıtlarını sayısal analizlere dayandıran Bell Laboratuvarı’ndan Dr. Lillian Shawartz, Leonardo ile tablodaki modelin yüz özelliklerinin aynı olduğunu söylemiştir. Son olarak bahsetmek istediğim bir araştırma bulgusu da (internetteki bir haberden aynen aktarıyorum) şu:

“Louvre Müzesi yönetiminin isteğiyle tabloyu üç boyutlu renkli lazer taramasından geçirerek rapor hazırlayan Kanada Ulusal Araştırma Konseyi uzmanları, Mona Lisa’nın, o zamanlar genellikle hamile ya da yeni doğum yapmış kadınların kullandığı, çok ince ve saydam bir tülle boynundan aşağısını örttüğünü, kızılötesi yansıma tekniğini de kullanan araştırmacılar, saçlarının serbest bırakılmamış olduğunu ve başın arkasında topuz yapılarak toplanmış olduğunu fark etti. Da Vinci’nin tablosunda ayrıca hiçbir fırça izi de belirlenemedi. Tabloda çok ince ve yekpare boya tabakası bulunduğu anlaşıldı. Eserde hiçbir parmak izi de tespit edilemedi; oysa bazı uzmanlar, sanatçının tabloyu parmaklarını kullanarak yaptığına inanıyordu.”

Buna ek olarak belirtmeliyim ki Leonardo’nun bu eserinde figürün arkasında uzanan manzaranın gittikçe soluklaşması, buğulu bir ton alması, üstadın bir buluşudur. Böylece o zamana kadar yalnızca çizgi perspektifiyle sağlanan derinlik, Leonardo’nun “sfumato” diye tanımladığı bu yeni buluşla, diğer eserlerine de daha inandırıcı bir boyut kazandırmış olup sanat camiasında bir ilke imza atmıştır.

1911’de müzede kaybolan Mona Lisa tablosu, 1913’te bulunmuştur. Bundan sonra daha dikkatli korunan tablo, Louvre Müzesi’nin ikonu haline gelmiştir. Hatta Mona Lisa günümüzdeki popülerliğini Dan Brown’un “Da Vinci Şifresi” adlı romanı ile daha da arttırmıştır. Kitap, Vatikan tarafından her ne kadar yasaklansa da (birtakım dinsel, bilimsel ve sembolik şifreler içerdiği ve beraberinde birçok kehaneti getirdiği için) dünya çapında en az 45 milyon satmayı başarmıştır. Sonuç olarak, Mona Lisa, Louvre Müzesi’nden gizemliliğini ve efsanesini korumaya devam etmektedir.

Son akşam yemeği, Hz. İsa’nın yakalanmadan önce havarileriyle yediği son yemek olarak Yuhanna’da geçmektedir ve dönemin birçok sanatçısı bu konuyu eserlerinde incelemiştir; ama en önemlisi Leonardo Da Vinci’nin son akşam yemeğidir. Leonardo Da Vinci’nin “Mona Lisa”dan sonraki en ünlü eseri olan “Son Yemek ya da Son Akşam Yemeği” (İngilizce: The Last Supper; İtalyanca: L’Ultima Cena), 15. yüzyılda (tahmini 1495–1498 yılları arası), Duke Lodovico Sforza’nın isteği üzerine Milano yakınlarındaki Santa Maria Dele Grazie’nin duvarına yapılan fresktir. “Altın Oran”ın başarıyla kullanıldığı bu freskte Hz. İsa, son akşam yemeğinde havarilerine, içlerinden birinin ona ihanet edeciğini açıklamıştır ve bu açıklama sonrası havariler arasındaki korku ve şaşkınlık yansıtılmıştır. Leonardo’nun kullandığı malzemeden dolayı hassas bir çalışma olan bu fresk, o hayattayken tahrip olmaya başlamıştır ve günümüze kadar da onarılmıştır; ama yanlış müdahaleler de eserin bozulmasını hızlandırmıştır. Bu kadarla anlatılmaması geren bu şaheser de, “Mona Lisa”dan farksız değildir rivayetler konusunda. Sonuç olarak bu iki şaheser hakkında daha çok açıklama yapmak isterdim; ama bu işin uzmanı olanlara haksızlık etmek istemem doğrusu. Bu tarz konular gerçekten hassastır, her ne kadar üzerinde durulmak istenmese de… İşte bu sebeple, konumum dolayısıyla, bu “basit” yorumu bu kadarla sınırlamak istedim. Umarım tatmin edici olmuştur…

(Devam edecek)

Yazının birinci bölümüne buradan, üçüncü ve son bölümüne ise şuradan ulaşabilirsiniz.

Yazan: Melike Karagül

Leonardo Da Vinci (birinci bölüm)

13 Aralık 2024 Yazan:  
Kategori: Büyük Sanatçılar, Manşet, Rönesans Sanatı, Resim, Sanat

1452 – 1519 yılları arasında yaşamış bir İtalyan Rönesans sanatçısı olan Leonardo Da Vinci, komple bir sanat adamıydı: mimar, mucit, mühendis, müzisyen, geometrisyen, anatomist, heykeltıraş ve ressam. Leonardo Da Vinci hakkındaki bu yazımızda onun dâhiyane kişiliğini “özele” girmeden sadece sanatsal perspektif açısından ele alacağız. Özellikle resim alanındaki çalışmalarını…

Rönesansın başlıca amacı olan “bilgi”, dönemin skolastik yapısına karşı önemli bir “panzehir”dir. İnsanın kendinin bilincinde olması ve aklını kullanarak yetilerini ortaya çıkarmasını amaçlayan Rönesans’ın nihai hedeflerinden biri de “I’uomo Universale”dir (evrensel insan).

Leonardo Da Vinci Rönesans sanatını doruğa ulaştıran, dönemin önemli sanatçılarından biridir. Bu dâhiyane kişilik, sadece resim alanında değil, birçok alanda boy göstermiştir ve birçok ilke imza atmıştır. Bu çok yönlü kişilik, Rönesans hümanizminin en önemli etkisi diyebileceğimiz “I’uomo Universale (evrensel insan)” tipinin üst örneğidir.

“Şahsiyetin en yüksek derecesine kadar gelişmesi, kültürün bütün unsurlarına hâkim bulunan gerçekten kuvvetli ve üstelik de çok taraflı bir yaratılışla birleşince çok-taraflı insan, l’uomo universale ortaya çıkar.” — Burckhardt —

Floransa’nın Vinci kasabasında 15 Nisan 1452 yılında doğan Leonardo Da Vinci, Ser Piero Da Vinci’nin evlilik dışı çocuğudur. Dönemin Avrupası’nda modern isimlendirme kuralları olmadığından adı ilk zamanlar Leonardo di Ser Piero da Vinci (Vinci’li Piero’nun oğlu Leonardo) olarak geçmektedir. Bu sebeple eserlerini “Leonardo” ya da “Io, Leonardo (Ben, Leonardo)” olarak imzalamıştır.

Evlilik dışı bir çocuk olması sebebiyle soylulara tanınan eğitim olanaklarından mahrum olsa da, Leonardo keskin zekâsı ve öğrenme merakıyla çevresini, kendi gözlemleriyle keşfetmiş, her konuda bakış açısını geliştirmiştir. Genç yaşında çizimlerindeki başarısıyla babasının dikkatini çeken Leonardo, onu 17 yaşındayken, Floransa’nın en önemli atölyelerinden birinin başında bulunan ve aslen bir kuyumcu ustası olan Andrea del Verroccio’nun eğitimine vermiştir. Burada Botticelli, Perugino, Lorenzo di Credi, Francesco di Simone, Botticini ve Biagio d’Antonio ile birlikte son derece kapsamlı bir sanat eğitimi almıştır. Leonardo, 1469 ile 1476 yılları arasında devam ettiği, alışılmışın dışında bir eğitim veren “politeknik labarutuvarından” çizim, mimari ve heykelin yanı sıra optik, botanik ve müzik alanlarında da temel bilgiler edinmiştir. (Leonardo’nun ünlü Arno Manzarası, Müneccim Kralların Tapınması ve Aziz Hieronymus eskizi ile birkaç resim bu döneme aittir.) Ayrıca Verroccio’nun ”İsa’nın Vaftiz Edilmesi” tablosundaki meleklerden birinin Leonardo’ya ait olduğu düşünülmektedir.

Leonardo Da Vinci’nin ilk yıllarından yaşamının son yıllarına kadar yapmış olduğu tüm çalışmaların (özellikle resim alanındaki çizimlerinin) genel değerlendirmesini yapalım: Leonardo yaşamın -doğanın- sırrını canlı gözlemleriyle araştırarak çözmeye çalışmıştır. Değişik hayvan ve bitki türlerini, insan anatomisini (kadavra çalışmaları, iç organlarının karmaşık yapısı gibi…), makineler… Hatta bilimsel yaklaşımlı ilk otopsileri gerçekleştirdiği söylenmektedir. Leonardo, ömrü boyunca, çocuksu meraklı bakışlarını hiç kaybetmemiş ve bu muazzam gözlem gücünü sonuna kadar kullanmıştır. Bu durumu Sigmund Freud şöyle anlatır:

“Hakikaten büyük Leonardo, yaşamı boyunca birden çok açıdan çocuk kaldı; aslında tüm büyük adamların çocukluklarının bir bölümünü saklı tutabildikleri de söylenebilir. O da yetişkin olduğunda bile oynamayı sürdürdü ve bu da onun çağdaşlarına çoğu kez garip ve anlaşılmaz görünmesinin bir başka nedeniydi.”

İşte Leonardo Da Vinci’yi hemcinslerinden farklı kılan nokta da buydu: “Ruhundaki çocuğun hiçbir zaman büyümemesi…” Burada dikkati çekmek istediğim bir konu da Leonardo’nun meşhur “not defterleri”dir. Leonardo’nun defterleri temel olarak 4 farklı konuda yazılmıştır: mimari, mekanik, resim ve insan anatomisi. Bu defterler, farklı boy ve tipte birbirinden bağımsız kâğıtlardan oluşmaktadır ve ölümünden sonra dağılmış olmalarına rağmen, günümüzde Louvre, Biblioteca Nacional de España, Milano’daki Biblioteca Ambrosiana ve British Library gibi büyük kolleksiyonlarda bulunmaktadır. Hatta British Library’de bulunan defterlerin bir kısmı internette incelenebilir. Codex Leicester adı verilen defter, Leonardo’nun özel bir koleksiyonunda bulunan tek büyük bilimsel çalışmasıdır ve şu anda Bill Gates’tedir.

Rönesans aynı zamanda, İtalya’da sürekli iç savaşların, darbelerin, çekişmelerin eksik olmadığı bir dönemdi. Bu sebeple Leonardo Da Vinci sürekli göçebe hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Bu durum aslında sanatına renk katmıştır. İnsan çizimlerine yansımıştır. Portre ve kompozisyon örneklerinde Floransalı, Romalı, Milanolu birçok insan tipini görebilirsiniz not defterlerinde. Böyle bir dönemin insan portreleri (erkek) tabii ki de “savaşçı, ürkünç ve grotesk” özellikler taşıyan figürlerdir. Leonardo ayrıca “idealize” edilmiş kadın portreleriyle de dikkati çekmektedir. Leonardo’nun “ideal” olandan kastı: Altın Oran kavramıdır. Leonardo’nun bulduğu bu oran başta insan vücudu olmak üzere matematiksel mantığa dayanmaktadır. Bu oran onun portre çalışmalarında önemli bir ayrıntıdır. Leonardo, seçtiği kişileri farklı duruşlarda -profilden, önden ve yarı dönük- ve farklı yüz ifadelerini mürekkepli kalemler ile kâğıda geçirmiştir. Bu çizimlerin bazılarının ressamın az sayıdaki tuval üzerine yağlıboya ile gerçekleştirdiği yapıtlarındaki figürlerde kullandığı bilinmektedir. İşte bahsettiğimiz bu durum bize Da Vinci’nin portrelerindeki “albeni”yi açıklar: Aynı insan yüzlerinin farklı resim malzemesi ortamlarında ve farklı tekniklerle nasıl birbirinden üstün ve kendilerine özgü anlatım güçlerinin olduğu… Da Vinci’nin insan çizimlerinde bahsetmek istediğim diğer bir konu: İnsanların yüzlerindeki yargılara göre ifadelerine muazzam bir duygu yüklemesi… Çağdaşlarına göre farkı bu olsa gerek. Da Vinci’nin, belirli duygusal anları işlediği portreleri vardır. Örneğin, din mitolojisi konusundaki araştırmaları ile antipati duyduğu kişileri çirkinleştirir, ilgi duyduğu ve farklı duygular beslediği kişileri de -portresini yaptığı soylu kadınları- gizemli ve etkili olmaları için bütün hünerini ince ayrıntısına kadar ortaya koyar… Bu duygu seli Leonardo’nun tuvaline seromonik bir havada yansımıştır. Bu tarz yapıtlarına verilebilecek doruk örnek ise elbette ki, “Mona Lisa”dır. Ölümüne dek yanından ayırmadığı, her gittiği yere beraberinde götürdüğü ve ölümünden günümüze onun sembolü olan portre…


Leonardo Da Vinci’nin portrelerini incelediğimizde şuna dikkat etmeliyiz: Bir bütün olarak algıladığımız portrelerini aslında kendi içinde parçaladığımızda başlı başına bir çalışma görürüz. Yukarıdaki “Mona Lisa” tablosunu inceleyelim. 4 farklı karede de dâhiyane bir sanat çalışması olduğunu göreceksiniz… Fondaki Floransa manzarası, kadının yüzündeki eksantrik ifade, elleri… 1506 yılında tamamlanan bu portre, gülümsemesi, garipliği ve anlamının güçlülüğüyle ün salmıştır.

Leonardo Da Vinci hakkında bahsettiklerim sanatı ve yaşamının küçük bir ayrıntısıdır diyebiliriz. Bu dâhiyane şahsiyetin sanatsal kişiliği bir başka yazıda devam edecektir…

Yazının ikinci bölümüne buradan, üçüncü ve son bölümüne de şuradan ulaşabilirsiniz.

Yazan: Melike Karagül