Seyfi Teoman, Mahsun Kırmızıgül’e Karşı

“Festival*‘in “Türk Sineması” tema sponsoru Efes Pilsen, Ulusal Yarışma kapsamındaki filmler arasından FIPRESCI Jürisi tarafından seçilen ve Onat Kutlar anısına ödüllendirilen “Tatil Kitabı” adlı filmin yönetmeni Seyfi Teoman’a bir sonraki filminin yapımında kullanılmak üzere 30.000 USD değerinde para ödülü verdi. Ödülü Seyfi Teoman’a Efes Pilsen adına Pazarlama Direktörü Dilek Başarır takdim etti.” (iksv.org’dan alıntıdır)

Filmin basın bülteninden de bir alıntı yapacak olursak:

“Tatil Kitabı, Silifkeli bir ailenin bir yaz boyunca başından geçenleri, daha çok ailenin küçük oğlu Ali’nin bakış açısını ön plana çıkararak anlatıyor. Filmin olay örgüsü, Ali’nin sert mizaçlı babası Mustafa ile ailenin diğer üyeleri arasındaki gerilimler üzerine kurulu.”

Bu kısa alıntı filmin duruşunu, aldığı tavrı ve bunları nasıl ifade ettiğiyle ilgili fikir vermek konusunda doğal olarak yetersiz kalsa da yönetmenin hemen ilk bakışta duyguların ve ilişkilerin üzerinden gittiği de açıkça görülüyor. Filmin “taşra duygusu”nu da zeminine aldığını ve üzerine koyduğu her şeyi çok dikkatli yaparak bu duyguyu bozmadan ve sadece onu destekler şekilde yerleştirdiğini de vurgularsak, aklımıza hemen bazı başka filmlerin gelmesi de normal olacaktır. Mayıs Sıkıntısı, Yumurta, 5 Vakit, Babam ve Oğlum ve hatta Yaşamın Kıyısında filmlerinde nedense (?!) yakın zamanlarda sıkça tanık olduğumuz doğayla (ya da çocukluğun doğasıyla) ve aileyle ilişkinin merkeze alındığı bir denemeyi de Seyfi Teoman yapıyor. Fakat Teoman bunu yaparken ne bireyselliğini çok fazla öne çıkarıyor ne de sembolik denebilecek derecede bir tümevarım yolunu seçiyor. Onun tümevarımı, doğrudan Silifke ile ilgili olmayan (herhangi bir kasabaya ya da ilçeye ait olabilen) zamansız (kendisinin de gösterimden sonraki söyleşisinde belirttiği gibi 80’ler, 90’lar ya da 2024’lerdeki herhangi bir zaman), çağdaşı olan herkesle ilgili bir tümevarım. Ayrıca derdini her ne kadar duygusal ve çağrşımlara dayalı bir yöntemle yapsa da bunu hiçbir zaman izleyiciyi, özdeşleşeceği ve birlikte duygulanacağı karakterler üzerinden gerçekleştirmiyor. Bunun da en fazla cisimleşmesi ise karakterlerde değil, filmin biçiminde, müziksizliğinde oluyor. Teoman bunu filmin derdi olan özgürlük ve otorite sorununa dikkati çekmek için yapmış olabilir. Çünkü film açık bir sistem eleştirisi içermiyor. Sistemin varlığını korumasındaki yeteneğinin altında yatan aile faktörüne (baba karakterinde en fazla açığa çıkmakta olan) ve insan ve toplum psikolojisine yoğunlaşıyor (En azından işin bu yanı ilgisini çekiyor.). Eğer bir devrim ya da başkaldırı olmayacaksa bu böyle sürüp gidecektir. Ve yalnızca durumunu kabullenmesinin olanaksız olduğunu düşünenler bu çarktan ayrılabileceklerdir, kendilerini onun dışında ne beklediklerini bilmeden. Babanın son derece keskin muhafazakar ve otoriter tutumuna karşı koyan Hasan, hırsının kendisini büyük şehirde var etmeye yetecek kadar olmamasının sonucunda kürkçü dükkanına yaralı bir şekilde dönmüştür. Veysel kendisini nerede nasıl var edeceğini bilmeden yalnızca rahatsızdır ve yardım arayışındadır. Kadınların rolü zaten pasiftir ve anne, babanın hiçbir şekilde hiçbir yaramazlık yapamayacağını hesap edemeden ‘dost’ acısı çekmektedir, çaresizliğinin farkında telefonlarda ağlayıp dert yanmaktadır. Ali, ne kendisine çok heyecan veren ‘tatil kitabı’na, ne de satmakla görevli olduğu ‘Turbo’ sakızlara sahip çıkabilmektedir. Birisinin yardımı olmadan kavgayı şöyle ya da böyle sonlandıramamakta, saçlarına yapışan sakızla boğuşmaktadır. Bu yalnızca çocuk deneyimsizliğiyle açıklanamaz ve bu tutukluğuyla da geleceğinin pek parlak olmadığını anlamakla kalmayız, büyüyünce diğerlerinin rollerinden birini kabullenmek zorunda kalacağını hissederiz. Bu filmde tam tersine “gençler’e yer yoktur” ve hayatın ritmi müzik ritimlerine ihtiyaç duymadan uzun yıllardır aynı şekilde sürmektedir. Karar çok önceden alınmıştır. Kimi zaman hissedilse de karar mekanizmaları çok uzaklarda bir yerlerde netsiz bir haldedir. Onu tanımlamak bile bir başarıdır. Ayrıca çoğuna göre buna gerek bile yoktur.

Tabii Seyfi Teoman’ın müzik kullanmayışını bir cesaret olarak kabul edersek, bu cesaretini yersiz olmayan bir kendine güvene değil; gözlem kabiliyetine ve bunu sinemasal dile aktarabilme becerisine de borçlu olduğunu da belirtelim… Film neredeyse ‘öylesine’ ortaya çıkan, kendileri için varolan sahnelerle örülüyor. Kurgunun buradaki esas görevi bu özleri zedelemeden varolmalarını ve bütün olmalarını sağlamak, yoksa ne bir öykünün dramatik yapısını kurmada sağlanılan bir araç ne de planlar arasında etkileşim sağlayıp bir çağrışım yapmak. Oysaki yönetmenin filmi çağrışımlara dayandırdığını da ifade etmeye çalışmıştık. Film, ağır temposuna ve durağanlığına rağmen düşünsel değil, duygusal bir film. Bunu esprilere ve detaylara ilişkin gözlemlere borçlu, tabii bir yandan da görüntü yönetimine ve kareleri dolduran görsellere. Atatürk resimlerinin ve heykellerinin otorite çağrışımı; şehrin ara ara görünen genel görüntüsünün, oradaki halkın kendi kendine kurdukları ‘konformist’ yaşamın hapsolduğu çerçeveyi çizişi, bir yandan da doğanın çok fazla insani deformasyona uğramadığına dair farkındalığımızı tetikleyen özenli planlar ilk akla gelenler. Bu çağrışımların da filmin anlaşılırlığının entelektüel düzeye çekilmeden, izleyiciyi yormadan yapılması yoluna gidilmesi, isteyen kişilere üst metinle de idare etme fırsatı sunuyor.

Anlaşılan o ki; Teoman’ın meselesi, biraz da geçmişiyle ve çocukluğuyla (ama barışık bir şekilde), kendini tanımlamak va yaşadığı ilişkileri anlamlandırmak. Bu anlamda da film bütünüyle bir flashback’i andırıyor; hafızanın sistematik bir şekilde tarandığı, müzikle lekelenmeyen ve oradaki (veya oralardaki) hayatın kendi hızıyla örtüşen bir düşünme seansını da. Bunu yaparken kaçınılmaz olarak iddiasız bir basitliğe doğru gitmek gerektiğini hissetmiş olmalı yönetmen; bunun da aslında daha ciddi bir iddia olduğunu bilerek. Basitlik derken çocuk dünyasına vurgu yapan ‘tatil kitabı’nın filmin adı olması zaten pek şaşırtıcı değil. Sınıf öğretmeninin okulun kapanış ve açılış günlerindeki tavrı ve hitap biçimi; verdiği kompozisyon ödevi; öğrencilerin okulu terkedişlerindeki sabırsızlığın vurgusunu arttıran üst çekim; çocuğun, babasının hastaneye kaldırılmasından sonra, olayın ciddiyetini tam kavrayamadığını hissettiğimiz uzun yürüyüş planında, ailenin kadınlarının panik halinde çocuktan bilgi alma çalışmaları; kasabın, önünde gördüğü fırsatın Migros’ta çalışmak olması (ama bunun bile oradan bakılınca büyük cesaret gerektiren bir girişim olması ve metropol yaşamının ne kadar uzak olduğunun hissedilmesi ve bundan duyulan korku) gibi iki yönlü espriler bir yandan seyirciyi filme dahil ederken bir yandan da filmin dramatik akışını aksatmadan kuruyor.

Beyaz Melek filmiyle ‘ihtiyarlar’a yer olmadığı konusunu işleyen Mahsun Kırmızıgül’e göre artık her şey eskisinden farklıdır ve bu ağır bir dramatik travma durumudur. Kırmızıgül bize film boyunca bu travmayı mümkün olan en yüksek dozajla ve neredeyse hiç ara verilmeyen müzik kullanımıyla aktarmaya çalışırken bizden ‘yüce’ bir duygulanma hali beklemektedir. Bu aslında, bu yoğunluğu hissettirebileceği inancını taşıyan bir star duruşudur. Şimdiye kadar kullanılması alışılagelmiş dramatik yoğunluğu, olabilecek en yoğun şekilde kullanmaya çalışarak bu anlamda bu alemde en kral olmaya çalışan (Babam ve Oğlum’la rekabeti dahi göze alarak) ve bu anlamda bir yarışa giren Kırmızıgül’ün tam karşısına, işi müzik kullanımı imkanını görmezden gelmeye kadar götüren Teoman çıkmaktadır. Her şeyin uzun zamandır aynı olduğunu ve kolay kolay değişmeyeceğini söyleyen, merkeze kendi deneyimlerini alan ve bu deneyimleri herkesin deneyimleriyle karşılaştırma ve bunlar üzerinde yeniden düşünme fırsatı yaratan çağrışımlardan kurulu Tatil Kitabı filmi belki de bu özden kaynaklanmaktadır. Teoman’ın kimseyle yarışmaya niyeti yoktur ama ironik bir biçimde Türkiye’de yapılan ilk gösterimiyle Ulusal Yarışma’nın en iyi film ödülünü almıştır.

* 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali

Yazan: Erkan Erdem