Anasayfa / Sinema / Klasik Filmler / Scent of a Woman (1992, Martin Brest)

Scent of a Woman (1992, Martin Brest)

Giovanni Arpino’nun 1969’da yayımlanan romanı Il Buio e Il Miele (The Darkness and the Honey) den etkilenen İtalyan sinemasının trajikomikliğe odaklı yönetmeni Dino Risi, Profumo di donna (1972) ismiyle romanı sinemaya uyarladığında literatüre geçebilmiş bir yönetmen oluşunun mihenk taşını koymuş olur. Aynı anda hem güldürüp hem ağlatabilecek vicdani sorgulamalar vadeden bir yönetmenle, toplumsal eleştiri geleneğinde eserler ortaya koyan bir yazarın ortaklığında şekillenen filmin başkarakteri görme engelli eski bir asker ve bu roldeki Vittorio Gasman da  1940’lı yıllarda tiyatroda sahne alan, savaş sonrası İtalya’daki ıskartaya çıkmış askerin kırık dökük ruhunu iyi gözlemleyebilmiş bir oyuncu.1

Psiko-natürel oyunculuk akımı içerisinde Gasman’ın performansı gerçek bir kimlik zannedilebilecek kadar inandırıcıdır. Beverly Hills Cop (1985, Sosyete Polisi) ve Midnight Run’dan (1988, Geceyarısı Avı) sonra polisiye komedi türüne ara vererek, salt başarının hasılattan çok daha fazlası olması gerektiğine kanaat getirmiş olmalı ki yönetmen , Gasman örneğindeki inandırıcılığın aynısını yakalamak ister ve Profumo di donna’yı yeniden çekmeye karar verir. Böylece Scent of a Woman  (1992, Kadın Kokusu) başroldeki;  kabiliyetin ete kemiğe bürünmüş hali ’nun da zirvede katkısıyla hâlâ akıllardan çıkmayan bir yapım olarak Amerikan sinemasındaki yerini alır.

The Godfather serisi (1972/1974/1990), Serpico (1973) ve Scarface’teki (1983, Yaralı Yüz) silahla, kadınlarla, suç dünyasıyla haşır neşir karizma adam rollerinden edindiği arıza erkek psikolojisini bu kez gusto sahibi sofistike bir askere uyarlarken metot oyunculuk dersi verir Al Pacino. Bu asker, elinde patlayan bir bomba sonucu görme yetisini kaybeden Albay Frank Slade’dir.

scent-of-a-woman-al-pacino

Filmin çaylak çocuğu Charlie Simms () ise burslu bir kolej öğrencisidir ve noel tatilinde ailesinin yanına gidebilmek için ihtiyacı olan yol parasını kazanabileceği ufak bir iş arar. Frank Slade’in yaverliğini yapacağı hafta sonunun, karşılıklı hayat dersleriyle şekillenecek bir dostluğa gideceğini bilmeden…

Albay’ın tanışmanın en başından takındığı acımasız tavır ve sadece kör bir emekliden fazlası olduğunu ispatlama çabası ise Charlie’de öyle gerilimlere sebebiyet verir ki seyirci Albay’dan nefret etmekle acımak hissiyatları arasında gidip gelir.

Albay aslında gözlerinden daha fazlasını kaybetmiş ve bu kaybedişe isyanını bastırmaktan yorulmuş, tükendiğini belli etmemeye çalışan bir adam. Orduda bir kahramanken malulen emekliliğe ayrılış, işe yaramazlık duygusu, dünyada en sevdiği şey olan kadınların ona zavallı bir kör muamelesi yapacak olduğu gerçeği onu artık dış dünyaya öfke kusturtan unsurlar. Tüm bunlarla mücadele yöntemi ise elinden düşürmediği can dostu ‘John’ Daniels’a sığınmak, küfürbaz bir dil ve kolları boynuna dolanan şefkatli bir kadının hayalidir.

Uçakta; Charlie’ye yaptığı kadın tasvirinde, bedeni aşağılama yoluna gitmeyen anlatımıyla seksüel hazzın avamlığa kaçmadan tarifini veren Albay’ın kadın merkezli konulara tutumu önemli. Bu nezaket sahibi Amerikan askeri profili, bence nadir bir örnek oluşturuyor, zira kimi zaman sadizme varan, şiddet düşkünü, kadın eşittir meta kafasında asker rolleri Amerikan sinemasının bir ara bel kemiği durumundaydı.

Albay’ın deyimiyle ‘küçük hayatına veda edip büyük piyasalarda biri olmak’ için asilzade züppelerin okulu Baird’de kalma mücadelesi veren Charlie, okulda şahit olduğu suçun sorumlularını ispiyonlayıp kurtulmak ya da söylemeyip kovulmak arasında sıkıştırılmış ve kırılgan yapısıyla saflığın temsili bir karakter. Hayatının ilk gerçek sınavında, sonu küçük kasabasına geri dönüş olsa da kişiliğinden ödün verecek mi diye sorgulatmaz. Seçtiği yolun değişmeyeceği başından bellidir aslında ama yine de seyircinin gözünde klişeye boğulmaz. Filmin elinizi tutmuş kadar somut biçimde verdiği duygusallık da buna katkı sağlayan etmenlerden.

Tüm zamanlarda, erdem sahibi olmak kaygan bir düzlemde dümdüz koşabilmek gibi… Düşmeyi göze alabilecek cesaretiniz oluşu takdir edilmez; Albay Frank Slide için de durum bu bağlamda olmalı ki kaç ve saklan der,  ‘yanlış olduğunu bilsen de yanlış yolları seç’; tıpkı kendi yaptığı gibi.

Filmin ana hatlarını oluşturan sekansına gelecek olursak; Şükran Günü yemeği esnasında, en yakın akrabalarının ona bir pislikmiş gibi davrandığında bile Albay elden bırakmadığı mağrur tavrı ve dozunu kimi zaman fazla kaçırdığı nüktedanlığıyla bizlere dalgalı psikolojisini daha iyi anlayabileceğimiz kapıyı açar. Yine de onlarla vedalaşır çünkü beynine sıkıp bütün acılarına son verdirecek kurşun 45’liğinde onu beklemektedir.

al-pacino

Sonsuza dek oyun dışı kalmadan önce New York’ta jübilesini yapmaya kararlı Albay Frank Slade için artık hayatın tüm zevklerinden son yudumları almanın sırasıdır.

scent-of-a-woman-1992-martin-brest

Tam burada, sürükleyicilik Por Una Cabeza eşliğindeki tango sahnesiyle başlar. Genç kadının (Gabrielle Anwar) kör bir adamın ricasını kırmak istemeyerek ümitsizce başladığı dans, iki taraf için de albayın deyimiyle bir âna bir ömür sığdırılabilecek kadar büyülü bir hale bürünür. Göremeyen birinin gözlerindeki tutku, en sevdiği su ve sabun kokusunu taşıyan bir kadınla paylaştığı estetik değeri yüksek bu anlar ne zaman izlense kalplerdeki en ufacık bir hisse çığlık attıran cinsten. Genel olarak güzel ve yetenekli kadınların potansiyellerini hiç edecek erkeklerle beraber olduğu gerçeği de burada saklı bir detay.

al-pacino-filmleri

Albay’ın, Ferrari galerisindeki satıcıyı bir saniye bile sarsılmayan özgüveniyle, ‘reşit olmayan bir çocuk ve kör bir adama’ test sürüşü için arabayı vermeye ikna edişi ve ara sokaklarda son gaz döne döne attığı tur; korkuya başkaldırış ve ona teslim olmak, normal bir adammış gibi hissedebildiği ve o hisse tutunduğu bir iki dakika çarpıcıdır. İtalyan bir filmden devşirilmiş oluşa ya da Al Pacino’nun kökenlerine selam mı çakılmıştır bilinmez ama fondaki New York ve Ferrari ikilisi pek havalı gözükür. Al Pacino’nun trafik polisine görebilen adam rolü yapan göremeyen adam rolü ancak bir kitapla anlatılabilecek türden.

scent-of-a-woman-1992

İntihar sahnesinde, koşa koşa ölüme gitmek isteyen ama her şeye rağmen kalmanın da güzel olduğunu bilen Albay’ı ilk ve son kez burada kibrinden sıyrılmış görürüz. Onu bu işten vazgeçirmeye çabalayan Charlie’nin cesareti, kafa tutuşu, kalmayı seçip kaçmayışı onu heyecanlandırır ve gizli bir şekilde de mutlu eder. Küçük cesur bir çocuk, korkak kahraman bir askere kendini hiçe sayarak başkaldırmıştır, daha ne olsun.

Bir an bile Albay’ın yanından ayrılmayarak ona sanki birliğindeki askerlerden biriymişçesine sunduğu sadakati ve dokunulduğunda yüz hatlarında hissedilebilen masumiyetiyle Charlie filmin sembolik sonuna doğru farkında olmadan Albay’ı elini taşın altına koymaya ve hayatında ilk kez zor da olsa doğru yolu seçmeye götürür.

Finalde Al Pacino’nun gizli kalmış aristokrasiye, riya üzerine kurulu sahte başarılara, sistemin kokuşmuşluğuna boyun eğip parçası olmuş bütün sözde liderlere attığı tirat ayakta alkışlanacak cinsten. Elitistliği, paçayı kurtarmak için ruhunu satmak bile bütün bu hodbin erkek sürüsünün canına cehennem okuyan konuşma öyle etkili olur ki Charles hak ettiği adaleti geç de olsa bulur. Albay’ın, öğretmenle olan ayak üstü flörtü ise umudun her daim var olduğunun içten gülümseten bir kanıtıydı.  Görebilmesine rağmen karanlıkta kalan insanlara ışık olması dileğiyle…

1 Yedinci Sanat (1975)

hulyaayazoglu91@gmail.com

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

papillon-film-elestirisi-hulya-ayazoglu-sanatlog

Papillon (1973, Franklin J. Schaffner)

“Ölüm varsa da her zaman ikinci gelir. Çünkü her zaman en başta, özgürlük.” (Yannis Ritsos) ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir