Dişil Enerji ve Kadının “Uyanış”ı

5 Şubat 2024 Yazan: admin  
Kategori: Edebiyat, Eleştiri, Kitabiyat, Kitaplar, Manşet, Sanat, Öykü Kitapları

Uyanış ve Seçme ÖykülerAdrienne Rich, kadınlarda ruhani ve aktivist uyanışın en yalın şekliyle baskının ve gücün, zararın ve güzelliğin etkileşimiyle olacağından söz eder. Tarih, “sıradışı”, “örnek teşkil eden”, “alışılmadık” ve elbette “emsal” kadınlarla dopdoludur ki “sıradan kadın” aslında karanlıkta kalmış milyonlarca kadındaki olağanüstü sağ çıkma isteğinin vücuda gelmiş halidir. Bu öyle bir yaşam gücüdür ki, çocuk doğurmanın da, evliliğin de ötesine geçer. Rich’in söz ettiği ruhsal, duygusal ve düşünsel uyanış, hiç şüphesiz dişil enerjiden mülhemdir. Amerikan öykü geleneğinin ve birinci dalga feminist yazınının önde gelen temsilcisi ’in hikâyelerini ve bir kadın yazar olarak kendi esinini, duruşunu açımlayan “Bir Tefekkür” başlıklı yazısında bahsettiği “hassas enerji” de, hayata tutunmak kadar deliliğe giden yolda bir nebze devindirici gücü temin etme hakkını kadına veren dişil güçtür ki bu enerjinin kaynağı, kadının kendi doğasından ve doğadan aldığı tinselliktir. Charlene Spretnak’ın tanımladığı üzere tinsellik, içimizde ve çevremizdeki gizli enerji güçlerini keşfeden ve bize en derindeki karşılıklı bağımlılığı gösteren yöndür.

Yazıldığı dönem büyük yankılar uyandıran, bir kadının tinsel ve cinsel uyanışını dile getiren “Uyanış”ı da içeren ’de , 19. yüzyıl kadınının karşılaştığı sorunlarla birlikte kadınlık halleri ve kadın olmanın kadim güçlükleri ile çelişkilerini ortaya koyarken, kadının onu konuşan özne olarak kabul etmeyen bir düzenle savaşarak doğayla uyumlu hale gelişinin serüvenini de yansıtıyor. Öykü ve romanlarında Louisiana’nın yöresel özelliklerini canlandıran, bölge halklarının yaşayış biçimlerini, geleneklerini, lehçelerini, cinselliklerini cömertçe tema edinen Chopin’in ında önemli olan bir unsur da “Güneyli kadın”ı bilinçlendiren, yüreklendiren kavrayışı. 19. yüzyılda, ülkenin başka yörelerine kıyasla eril iktidar karşısında sıfırlanan Güneyli kadın, evlilik ile bastırılmış cinsellik, akıl ile içgüdü çatışmasını iç içe yaşar. Chopin’in, dilsiz kalpler ve yol kenarında bekleyenler diye nitelendirdiği bu kadınlar için kurtuluş genellikle intihardır. Katı toplumsal gelenekler karşısında kendi sesini duymanın bedeli son derece ağırdır.

Chopin’in eserlerine tarihi perspektifi içinde baktığımızda da yine, kolektif bir uyanış değil, bireysel direniş çabalarını görürüz. 20. yüzyıla doğru Hıristiyan mezheplerinde benimsenen liberal duruş ve doğum kontrolü hareketiyle Amerikalılar üreme odaklı evlilikten uzaklaşarak “tüketim, şükran ve zevk” egemenliği altına giren bir toplum bağlamında sevgi, dostluk ve cinsellikten zevk alma temeline oturan ideal birlikteliğe yönelirler. Çiftlerin seksten utanmak yerine zevk alması gerektiği düşüncesi, eşitlikçi evliliklerin itici güçlerindendir. Yeni filizlenen bu teori ve akımların Amerikalı evli kadınların cinsel duyarlılıklarını ve uygulamalarını nasıl etkilediğini araştıran Marilyn Yalom’a göre bu dönemde kadınların kaleminden çıkmış yazılarda da şahsi cinsel duyguları kâğıda dökme konusunda Viktorya döneminden daha fazla bir heves görülmüş değil. Geleneksel açıdan erkek egemenliğinde olagelmiş yazma biçimlerini, kadınların isteklerini dile getirecek biçimde uyarlamaları ancak kendilerine özgü bir dil geliştirmeleriyle mümkün olabilirdi ki ve Radclyffe Hall bu konuda öncülük yapmış olsalar da kadınları hapseden yalnızca cinsiyete dayalı düzenlemeler değil, kadınları uyanma noktalarının ötesine taşıyabilecek, belirlenmiş senaryodan özgürleşme isteklerinde onları destekleyecek bir anlatının bulunmamasıydı. Chopin, Uyanış’ta katı evliliğin içinde sıkışıp kalmış “çocuklarını idolleştiren, kocalarına tapan ve bunu kendilerine değer katmak için ilahi bir ayrıcalık gibi gören” diğer evli kadınlardan farklı bir yazgı arzulayan tutkulu bir anne portresi çizerken pek çok evli kadının yüzyıl dönümünde hissettiği evlilik klostrofobisini ve iç karmaşasını dile getirdi ancak bu yazarların Carolyn G. Heilbrun’un da belirttiği gibi, pek çok kadının içinde yaşadığı konuları reddetme öykülerinden başka öyküleri, yalnız başına öğrendiklerini konuşabilecekleri başka kadınlarla ilişkileri yoktu. İkinci dalga feminizminin yükselişe geçmesine kadar, yayımlandığı dönemde Amerika’da çevrelerinin eleştiri oklarını üstüne çeken öyküleriyle akılda kalan ’in toplumsal cinsiyetlerin şekillenişine işaret etmesi, ırk ve cinsiyet ayrımları etrafında yapılanan kadın ve erkek rollerini vurgulaması, doğalcı yazın tarzını kendine özgü olarak ele alışı elbette o dönem için hayli övgüye değer.

Kate Chopin

Kadınların Zamanı

Modernist kadın bilincindeki kırılmalarda ve uyanışlarda en büyük desteği ve gücü doğadan alır Chopin’in kahramanları. “Nehrin Ötesi” adlı öykünün siyahi kadın kahramanı La Folle, Cheri adlı küçük oğlan çocuğunu, kimsenin inanamadığı bir şeyi yaparak, nehri geçerek kurtarır. Irkçılığa dair bir öykü olan “Desiree’nin Bebeği”nde yerel bir sorunu, bir kadın üzerinden gözler önüne sererken, ötekileştirmenin evrensel boyutlarını değerlendirir Chopin. İki yaşlı kızkardeşin, genç yeğenlerinin yanlarına gelişiyle değişen hayatlarını tahkiye eden “Madam Pelagie”, Chopin’in zaman kavramını farklılaştırdığı ve önsözde yazdığı açıklayıcı notu da içselleştiren önemli metinlerden biri. Düşsel bir hayat süren iki kızkardeş, yeğenlerinin yanlarında kalabilmesi için bir gerçeklik inşa etmek zorundadırlar. Madam Pelagie, genç kızı bir kurtarıcı olarak gören, o giderse öleceğini düşünen kızkardeşi Pauline’i yaşatmak için düşlerinden kurtulmaya karar verir. Tüm çiftliğin uyuduğu bir gece vakti, o güne dek gecelerini ve gündüzlerini dolduran hayallerine elveda demeye gider. Düşleri, birer canlı yaratıkmış gibi onu beklemektedir, art arda sahneye çıkarlar. Öyküsel zamanı, dili geçmiş kipte kuran Chopin, hayalleri, şimdi ve şu anda kurgulayarak geçmişin hayaletlerinin, kadınların geleceğini ne denli ipotek altında tuttuğunu gösterirken, “Bir Çift İpek Çorap”ta zaman kavramı öyküsel bir teknik olmaktan çıkıp, kadın kahramanın duyumuna dönüşür. Bayan Sommers, marazi eski anılara kendini asla kaptırmayan, geçmişi anmak için bir dakikasını bile harcamayan, geleceği ise donuk, hiç gelmeyen bir zaman dilimi olarak yaşayan bir kadındır. Beklenmedik bir şekilde eline bir miktar para geçince, bu parayı kendi istekleri doğrultusunda harcarken kendini ne yargılar, ne de davranışındaki itici gücü kendisine açıklamak için didinir. Zorunluluklar sarmalından sıyrılıp özgürce vakit geçirir tek başına; alışveriş yapar, yemek yer, şarap içer, tiyatroya gider. “Uyanış”ın Edna’sı ise hayatında neyin eksik olduğunu fark ettiğinde onu asla tamamlayamayacağını, bir olamayacağını algılayarak intihar eder. Belki bir yoldaş, bir eş ruh, benzer bir bulsaydı ölüme gitmeyecekti Edna da, terk eden tüm diğer kadınlar da… Adrienne Rich’e yine kulak vermekte fayda var öyleyse:

“Nerede olursak olalım, ancak ve ancak birbirimizde var olan güce güvendiğimiz ve bu gücün ihtiyacımız olan her ân orada olacağını bildiğimiz ân, ancak o zaman terk etmeyi ve terk edilmeyi bir kenara bırakacağız.”

, Çev: Ayşe Bilge Aknam

Otonom Yayınları, 217 sayfa, 16 TL

Yazan: Hande Öğüt

handeogut@gmail.com