La pianiste (2001, Michael Haneke)

nobel edebiyat ödüllü, avusturyalı, feminist oyun yazarı ve romancı elfriede jelinek’in piyano öğretmeni (die klavierspielerin) kitabından; 2024 yılında michael haneke tarafından sinemaya aktarılan, başrollerinde isabelle huppert ve benoit magimel’in oynadığı; bol ödüllü film. schubert ve schuman alacakaranlığından ruhlara süzülen haneke başyapıtı.

filmin başkahramanı piyano öğretmeni erika kohut, çifte bir hayat yaşamaktadır. toplum içinde aşırı mükemmeliyetçi, otoriter bir konservatuvar profesörüdür. hem öğrencilerine ders vermekte hem de ev resitallerinde virtüözlük yapmaktadır. piyanoya dair her şeyde aşırı mükemmeliyetçidir; en çok da schubert ve schuman konusunda her notanın ritmini, duygusunu, dahası bestecilerin ruh ve duygu dünyalarını hissederek içselleştirecek bir duyarlılığa sahiptir. bu saygıdeğer, sanat romantizmi yüklü hayatın yanında, kimsenin bilmediği karanlık bir yaşantısı vardır. bu yaşantıyı tek başına ve gizli yaşar. ta ki ona âşık olan öğrencisine kendini tamamen açana dek. erika’nın bozuk kişiliğinin, ruh hastalığının kökleri derinlerdedir. aşırı dominant, hiçbir şeyden memnun olmayan, erkekleri sadece döllenme aracı olarak gören, ihtimal o ki tüm bunları birebir yaşayan adam, yani erika’nın babası tarafından hiçbir zaman memnun edilememiş, zaten memnun edilmesi imkânsız bir anne; delirerek akıl hastanesinde ölen bir baba. erika’nın sınırda kişilik bozukluğuna sahip olması için tüm şartları sağlamış bir aile. sorunlu anne-kız ilişkisi ve yaşanan büyük kayıp, hem de ardında akıl hastalığına tutulma korkuları bırakarak, delirerek ölmüş bir baba.

erika’nın annesi kızını kıskanmakta, konservatuvarda profesör olmuş kızını çocuk olarak görmekte, her fırsatta isteklerini yaptırmak için şiddet uygulamakta. erika aslında annesinin başgardiyan olduğu bir hapishanede, alacakaranlıkta, gündüzleri piyanosuyla, geceleri de saklı hayatıyla hayata tutunmakta. ne sevgiyi ne de sevilmeyi biliyor. hayatı boyunca annesi tarafından sözlü ve fiziki şiddet gördüğü için sevgi algısı; sevildiğini anlamak için dövülmesi gerektiği  yargısıyla çarpıtılmış. bu bağlamda jung’un anne arketipi içinde anlattığı anne kompleksinin olumsuz etkisi; anneyle özdeşleşme tam anlamıyla gerçekleşmiş. şöyle ki; anne kompleksi sonucu erika anne ile özedeşleşmiş ve dişilik özellikleri felce uğramış. anneliği, kişisel bağlılığı ve erotik arzuları anımsatan her şey onda aşağılık kompleksine neden olmakta ve onu bunlardan kaçmaya zorlamakta. kaçıp sığındığı yer, kıza tümüyle ulaşılmaz gelen her şeyi mükemmel bir biçimde, denebilir ki bir üstkişilik olarak yaşayan anneden başkası değildir. kızın istemeye istemeye hayran olduğu anne, onun yaşayacağı her şeyi önceden yaşatıp tüketir. kız ise kendini feda ederek anneye yapışmakla yetinir; bir yandan da bilinçsizce, denebilir ki kendine rağmen, annenin tiranı konumuna yükselir, fakat bunu tam bir sadakat ve boyun eğme maskesi altında yapar. annesi tarafından gözle görülür bir biçimde kanı emilen ve sürekli kan transfüzyonuyla annesinin hayatını uzatan kız bir gölge gibi yaşar.

filmin başında, erika’nın yeni aldığı elbiseyi annesinin gereksiz harcama olduğu gerekçesiyle parçalaması; sözlü ve fiziksel şiddet içeren kavga neticesinde başını yaraladığı annesine sarılıp barışması; annesinin erika’yı hiçbir zaman takdir etmemesi, hatta konser öncesi ‘’kızınızla grurur duyuyor olmalısınız” diyen, öğrenci velisine, ”bu sadece bir okul konseri” demesi;  walter’a yazdığı mektupta belirttiği mazoşist talimatlar da annesinin yan odaya kilitlemesini istemesine rağmen; walter talimatlarını uyguladığı zaman ilk fırsatta annesinin yanına koşması; her gece annesiyle aynı yatakta yatması ve aralarında geçen o trajik yatak sahnesi tüm bu kompleksin etkilerini açıklamakta.

erika’nın karanlık cinsel hayatı

erika; duygu temelli cinsel teması aşağılık, pis bir şey olarak görmekte. onun için cinsellik ya duygudan yoksun, salt pornografik bir şekilde olmalı ya da ona fiziksel acı vermeli. bunun için denediği yöntemler de sevgi algısı gibi trajik. ya porno filmlerin oynatıldığı özel video odalarına gidiyor, burada kadını edilgen ve aşağılayan bir zevk verici olarak gösteren filmleri büyük bir zevkle izliyor; hatta kendinden önce bu odayı kullanan adamların çöpteki menili mendillerini koklayarak doyuma ulaşıyor. ya da geceleri araba sinemasında sevişen âşıkları gizlice izliyor; kadın ve erkeğin doğal, tensel cinsel birleşimini gördüğünde atağa geçen aşağılık duygusu ile arabanın yanına çişini yapıyor. aynı durum; kan gördüğü zaman da gerçekleşmekte. kanı da cinsel bir simge olarak görüp tuvalete gitme ihtiyacı hissediyor. (kıskanlık krizi sonucu; walter’ın ilgilendiği kız öğrencinin cebine koyduğu cam kırıkları neticesinde elleri kan içindeki kızı gördüğü an, tuvalete koşma sahnesi)

banyoda tek başına yaptığı, jiletle mastürbasyon icraatı da yine cinsel hazzı aşağılanma ve acı duyarken hissedebilmesi kaynaklı. ve bu duygunun; yani kendini aşağılamanın, dövülmenin tetiklemesiyle hissettiği cinsel doyum; gerçek bir tensel temas varlığında yok olmakta. erika ya onunla ilişkiyi giren sevgilisi walter’a zor da olsa izin verse de; cinsel birleşmeyi tamamlayamadan kusmaya başlamakta ya da son geceki sadomazoşist senaryonun uygulandığı durumda dahi walter’la cinsel birleşme esnasında ölü gibi yatmakta. 

walter ile erika’nın aşkı

walter akrabalarının düzenlediği ev resitalinde dinlediği, erika’dan çok etkilenir. erika ve bir piyanist arkadaşı resitalde; bach: `concerto for two pianos c major bwv 1061` çalar.

walter ile erika arasında şu konuşma geçer:

schumann do majör fantezisi üzerine bir diyalog;

erika: adorna’nın schumann’ın do majör fantezisini okudunuz mu?

walter: hayır.

erika: alacakaranlığından bahseder; henüz aklını kaybetmemiştir. tam bir bölüm önce. aklını kaybettiğini fark etmiştir. bu ona acı verir ama son bir kez dayanır. tamamen kaybolmadan önce  kendini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunun farkına varmaktadır.

walter: iyi bir öğretmen olduğunuzu söyleyebilirim.

erika: teşekkürler.

walter: bunlardan kendinize aitmiş gibi bahsediyorsunuz. bu nadiren olur. ve sanırım bunu biliyorsunuz.

erika: schubert ve schuman’ı severim hepsi bu. babam steinhof’ta tamamen delirerek öldüğü için, aklın alacakaranlığından da bahsedebilirim değil mi?

ve bu andan itibaren her zaman kadınların ilgisini çekmiş yakışıklı, çekici walter için erika keşfedilmeye, hatta fethedilmeye değerdir. tüm soğukluğu, schubert tutkusu, yüksek estetik zevki erika’yı walter’ın gözünde güzel, zor ama sahip olunduğu takdirde, gurur verici bir av yapar.

erika’ya kendini beğendirmek için aynı resitalde `schubert - piano sonata in a major, d. 959` third movement scherzo’yu çalar. ve akabinde büyük çaba sarfederek konservatuvar sınavını kazanır ve erika’nın öğrencisi olur. artık erika’nın sanat ve duygu mabedinin, yani piyanosunun, schubert’in canlı dinleyicisi ve öğrencisidir.

bazı diyaloglarda walter’ın gerçekten erika’yı sevdiği zannedilse de; filmin sonuna doğru bu sevginin; ilerde gerçekleşecek ego aşağılanmasının (cinsel birleşme sırasındaki kusma sahnesi) intikamına kurban edildiği görülecektir. yani walter’ın sevgisi erika’nın hem bedenine hem de kalbine sahip olma üzerine kuruludur. yoksa ruh hastası olduğunu; yazdığı mazoşist talimatlı mektuptan anladığı erika’ya yardım etmeyi, uzman gözetiminde tedavi olmasına teşvik edici, onun iyileşmesini isteyici bir sevgi, aşk olmadığı aşikârdır. ve isteğinin bir bölümünü alıp, yani erika’nın bedenine bir nekrofilyak gibi sahip olduktan sonra kimseye bir şey anlatmamasını söyleyerek, onu bu büyük acı ve şimdiye kadar tatmadığı kadar büyük aşağılanma ile yapayalnız bırakır.

erika herkese davrandığı gibi walter’a karşı da  kalın duvarlarını önceleri yıkmaz. ama bir yandan da yakışıklı adamın ilgisinden hoşlanır. ama ne aşk üstüne kurulu cinsel ilişkiyi bilmektedir ne de sevginin ya da dövülmeden sevilmenin ne olduğunu. ‘aşk her şey değildir’, hatta hiçbir şeydir erika için. ama zamanla walter’ın yıllardır beklediği adam olduğuna inanır. önce ona tek bildiği sevgi verme şekliyle yakınlaşmaya çalışır. zaten elinden başkası gelmez. sonra tüm hastalıklı yargılarına, ruhuna, cinsel sapkınlıklarına, duygulanım bozukluğuna rağmen; walter’a ruhen ve bedenen teslim olur, bu tüm dayanaklarını yok etmesidir ve hayatını walter’ın aşkına bırakmaktır. maalesef ortada  gerçek bir aşk yoktur.

haneke’nin sahneleri birleştiren tematik klasik müzik bağları

haneke filmde schuman, schubert ve bach’ın eserlerini aynı porte’de yarım notaları birleştiren bağ gibi kullanır. özellikle schubert liedleri bu noktada çok önemlidir.

ev resitalinde erika’nın;

bach: `concerto for two pianos c major bwv 1061` piyanoda çalması.

(walter’ın erika’dan ilk etkilendiği an)

http://youtu.be/Cdbf9ZGhN3I

schumann ve schubert üzerine erika ile walter’ın konuşması.

walter’ın;

`schubert - piano sonata in a major, d. 959` third movement scherzo’yu piyanoda çalması.

(erika’nın walter’dan ilk etkilenmeye başladığı an)-yarım nota-

http://www.youtube.com/watch?v=L7qCZPH4pz8&feature=share

`f. schubert - winterreise - 17. ım dorfe`

http://www.youtube.com/watch?v=BHTiideC0Bw&feature=share

sahip olmadıklarını düşleyerek iyiden ve kötüden arındılar. ve ertesi sabah hepsi uçup gitti.  -bağ-

(okulda ders)

(evde prova)

`schubert piano trio op.100 in e flat major, d.929`, 2nd movement

http://www.youtube.com/watch?v=Xczdmh8elFs&feature=share

porno izlerken menili mendili koklama -yarım nota-

http://www.youtube.com/watch?v=BHTiideC0Bw&feature=share

`f. schubert - winterreise - 17. ım dorfe` -bağ-

(koservatuvar)

havlayın bana köpekler

uyku saatlerinde dinlenmeme izin vermeyin

rüyaların sonuna eriştim

uyuyanlar arasında ne yapacağım?

provadaki aşırı kıskançlık ve walter’ın yardım ettiği kız öğrencinin cebine kırık cam koyma 

`f. schubert- winterreise - 17. ım dorfe  ` -bağ-

http://www.youtube.com/watch?v=BHTiideC0Bw&feature=share

köpekler havlıyor, zincirlerini zorluyorlar

insanlar yataklarında uyuyorlar

sahip olmadıklarını düşleyerek iyiden ve kötüden arındılar.

kıskançlık nöbeti sırasında hazırladığı kesici tuzak sonrası salonda yaptıklarını düşünme

`schubert- der wegweiser` -bağ-

http://www.youtube.com/watch?v=mwhJVxUppsw&feature=share

neden diğerlerinin geçtiği yolları yasaklıyorum

karlı kayalıkların arasından

gizli yollar arayarak

ve hâlâ birşey yapmadım

kaçmama sebep olacak.

bu aptalca istek nedir

beni kırlara çeken

okul ders sonrası walter’a mazoşist talimatların olduğu mektubu verme;

mektubun üstüne kamera çevrilir;

`franz schubert: andantino from sonata d 959 `

http://www.youtube.com/watch?v=mEIGRNJe38E&feature=share

erika ile walter’ın bazı anlamlı ve hazin tiratları, diyalogları

erika: dinamikleri ihmal ediyorsun. schubert’in dinamikleri çığlıktan fısıltıya gider. anarşi senin forte’ne benzemiyor. neden clementi’ye takılmıyorsun? schubert çok çirkindi. biliyor muydun?

senin görünüşünle hiçbir şey sana zarar veremez.

walter: neden bizi biraraya getirecek olanı yok edelim?

erika talimatların olduğu mektubu verir.

walter: teşekkürler. seni ne zaman görebilirim?

erika: birbirimizi arayalım.

walter: bu hafta sonu bir yerlere gidelim. sen ve ben sadece.

erika: yapamam, annemle dışarı çıkacağım.

walter: iptal et. anneni unut. bizi düşün. kayıp zamanı telafi etmeliyiz.

erika: ben mi? kayıp zamanı telafi mi etmeliyim?

walter: sevgilim! başkalarını düşünmeyi bırak, anneni, öğrencileri. anarşiden bahsediyorsun ama anneni aşka tercih ediyorsun. kendini bırak, hislerini serbest bırak.

erika: böyle davranma. (öksürük nöbeti)

walter: zorlanıyorsun çünkü yanlış bağlanmışsın.

erika: benim hislerim yok. bunu kafana sok. eğer olursa da mantığıma galip gelmezler.

walter: seni seviyorum. korkak olma. yazdığın bu mu, korkakça?

erika: bana kızgın mısın? umarım değilsindir. çok iyi yazılmış değil biliyorum. ben piyanistim, şair değil. aşk aptalca şeyler üstüne kurulmuştur. bunu düşün, numaramı biliyorsun. söylediğim gibi istediğini istiyorum. ihtiyacımız olan her şey bende var. ama bu yarını bekleyebilir. benimle konuşmuyor musun? seni iğrendiriyor muyum? (burada erika’nın aşağılanmış gururunun gözlerini doldurduğunu görürüz) bu gerekli değil. dövülme isteği bende yıllardır var. seni bekliyordum, biliyor musun? bu bir şaka değil biliyorsun. şu andan sonra emirleri sen veriyorsun. ne giyeceğime, ne renk olacağına sen karar ver. (burada erika, walter’e kendini beğendirmek, oyunun içine sokabilmek için çaresizce çaba gösteren bir ruh halindedir.) benimle konuşmuyor musun? kızgın mısın? bir şeyler söyle o zaman.

walter: sen hastasın. tedaviye ihtiyacın var.

erika: bana vurmak istiyorsan vur.

walter: ellerimi kirletmem. kimse sana dokunmaz, eldivenle bile. (mektubu yüzüne atar.) seni sevdim. ne olduğunu bile bilmiyorsun. şimdi beni itiyorsun. boş ver.

walter kızgınlıkla gider.

erika’nın annesi ile ünlü yatak sahnesi

erika annesiyle aynı yatakta yatarken;

annesi: bütün uğraşlar bunun içinmiş. aldığın ödül bu. burada bir genelev kur. komşuların ne dediği kimin umrunda. istediğini yap.

erika: seni seviyorum, diyerek yatakta annesinin üstüne atlar. onu öpücüklere boğar.

annesi: kes şunu! delirdin mi? (altında annesi çırpınır.) aklını kaçırmışsın.

erika: kes sesini! seni seviyorum.

annesi: ben de seni. ama kes şunu.sen delisin.

erika hıçkırıklarla ağlamaya başlar.

annesi: sen delisin. sen tamamen delisin. git uyu şimdi. enerjine ihtiyacın olacak. sadece dursan bile hazır olmalısın. seyircilerin arasında kimin olduğunu bilemezsin.

erika ağlamayı bırakır; annesinin üstüne son bir hamle daha yapar. annesi vurunca geri çekilir.

erika: orandaki kılları gördüm.

annesine sarılır ve uyur.

sonuç olarak; piyano öğretmeni, ailesi ve geçmişi yüzünden ruh hastası olmuş ve tek başına çözemediği bu hastalığı iki uçta yaşanan, iki farklı hayatla baskılamaya çalışan erika kohut’un trajik hikâyesidir. delilik aşk için gereklidir ancak ruh hastaları için aşk, tedavi edilmezlerse hem çevreleri hem de kendileri için ölümcül bir hal alabilir.

sinamasal not: hastalıklı anne kız ilişkilerine dair izlenebilecek bazı filmler; gerçek hayata dayanan: grey gardens (hem filmi hem belgeseli var); ingmar bergman’ın sonu bu kadar hazin olmasa da ama bergman şiirselliğiyle ruha işlenen; haneke’nin filmi gibi klasik müzikle, özellikle piyano ve chopin ile şiir gibi akan filmi autumn sonata ve darren aronofsky’nin black swan‘i.

sinemasal ayrıntı: isabelle huppert’i, çevresini ve kendini yıkıma uğratan bir kadın portresinde, klasik bir eserde izlemek isteyenler için claude chabrol’in madame bovary‘sini; daha saykodelik bir karakter için yine claude chabrol’ün la cérémonie’sini (seremoni); benoit magimel’i saykodelik bir karakteri canlandırırken izlemek isteyenler içinse yine claude chabrol’ün la fille coupee en deux’ni (ikiye bölünen kız) öneririz.

absürd not: avusturya’da konservatuvarda bile tüm hocaların fransızca konuşması oldukça ilginç. schubert lied’leri olmasa film boyunca almancanın esamisi okunmayacak.

Despina Yıldız Çağrı

inannasappho@gmail.com