Bir Asırlık Hikâye, Marcel Fabre ve Öncü Sinema

31 Ağustos 2024 Yazan:  
Kategori: Kısa Metraj, Manşet, Sanat, Sinema

Sanatlarda Akım ve Üslup

sinemada-futurist-akim-sanatlog.comModern sanatla klasik sanatı birbirinden ayıran en önemli öge doğanın algılanışı ve temsil edilişidir. Özellikle Avrupa sanatı söz konusu olduğunda kaynağını Antik Yunan’da bulan klasik sanatın temel eğilimi doğanın yansıması olarak sanatın değerlendirilmesidir. Bu estetik kuramın literatürdeki karşılığı mimesistir. Aristotales ve Platon’un sanat üzerine değerlendirmelerinde merkezi bir yer tutar. Aristotales Poetika (1) adlı eserinde sanat üzerine düşüncelerini aktarırken insan elinin “doğanın başlattığı şeyi tamamlayacak” hünerde olduğunu söyler. Bu süreç ancak taklit (öykünme) yoluyla gerçekleşir. Hocası Platon için ise sanat taklidin taklididir zira içinde yaşadığımız dünya idealar dünyasının bir taklididir. 

Modern sanatın eğilimi doğanın taklit edilmesinde değildir. Özellikle Fransız Devriminden sonra toplumsal ve siyasal değişimler sanatı etkilemiş, klasik sanat anlayışının sorgulanmasına ve sanatçının yetkinliğinin doğanın aslına en uygun biçimde yansıtma eyleminde aranamayacağı fikrini tartışmaya sokmuştur. Klasik sanatın estetik değerini belirleyen güzellik kavramı sanatın biricik amacı olmaktan çıkmıştır. Modern sanat anlayışında sanatçı yaratıcı bir özne konumuna gelerek, dış dünyanın temsilinde kendi duyularını yaratıcı bir strateji olarak benimsemiştir. Bu noktada klasik sanata ait “üslup” kavramı yerini sanatta “akımlara” bırakmıştır. Klasik sanatta üslup,  sanatçının sanat eserlerini meydana getirirken biçimsel ve estetik olarak uyduğu teamüllerdir. Sanatta üslup kavramını gelenek kavramına kadar genişletmek mümkündür. (Sanatta geleneğin kayboluşu üzerine Walter Benjamin’in ufuk açıcı makalelerini hatırlamak da fayda var. Ancak geleneğin, teknoloji yoluyla ortadan kalkması ayrı bir tartışma konusudur ve buradaki yazının amacı bu tartışmanın dışındadır) (2) Ancak modern sanatla birlikte üslup kavramı sanatçının eserine kendinden de bir yorum ekleyebileceği “akım” kavramına bırakmıştır. Akımı belirli bir dönemde sanat ve fikir eserlerinde ortaya çıkan görüşler olarak tanımlamak mümkündür. Modern sanat akımlarının bir kısmı eserlerinin dışında kendini manifestolarla duyurmuştur. (3)

deneysel-sinema

Sinemada Fütürist Akım

Modernizme olan inancın henüz eleştiriye uğramadığı, I. ve II. Dünya Savaşı öncesi dönemlerde İtalya’da bir grup sanatçı gelecekçilik olarak bilinen Fütürizm akımını başlattı. Bu akım kendini Fütürist manifestoyla duyurdu. 1909 yılında İtalyan şair F.T. Marinetti Paris’in Le Figaro gazetesinde Fütürist bildiriyi yayımlarken bu akımın ilerde konstrüktivizm gibi akımları tetikleyeceğinden habersizdi. Ancak sanayileşme başarısı diğer ülkelere göre daha geri kalmış olan İtalya’nın sanat çevrelerinde akım geniş bir yankı bulmuştur. Teknolojinin ve hızın sanatın itici gücünü oluşturmasını öne süren bu akımın etkisi Sovyet Rusya’sında Mayakovski gibi teknolojik ilerlemeyi öven sanatçılarda da görülecektir.  Marinetti Sovyet Devrimi öncesi 1914 yılında Rusya’da çeşitli konferanslar vermiştir. Fütürüst sanat geleceğin övgüsünü, geçmiş kültürlerin sembolik yurtlukları olan müzelerin yok edilmesini içine alacak kadar genişletmiştir. (4)

futurist-cinema-sanatlog-sinema-yazarlari

Sinemada fütürizmin etkisi yine İtalya’da başlayacaktır. 1916 yılında Marinetti’nin sinema ve fütürizmi konu aldığı bildiriden önce İtalya’da Aldo Molinari’nin Mondo Baldoria’sı, Rusya’da V.P. Kasjanov’un 13 Numaralı Gelecekçi Kaberede Dram’ı (A Drama in the Cabaret of the Futurists, 13) ve Marcel Padre’nin Amor Pedestre filmleri çekilir. Marinetti dışında, Bruno Corra, Emilio Settimelli, Arnoldo Ginna, Giacomo Balla, Remo Chiti Fütürist Sinema bildirisinin imzacılarıdır. Bu bildiride sinemanın halihazırda çok kısa bir geçmişe sahip olduğu için (bildirinin yazıldığı dönem itibariyle) bir geleneğe sahip olmayışından dolayı fütürist olduğu ifade edilmektedir. Diğer taraftan onlar sinemayı fütürist sanatçıların görüşlerine en iyi uyum sağlayan ifade aracı olarak görmektedir. Sinema asla tiyatroyu taklit etmemeli ve kendini resim sanatından, fotoğraftan, gerçeklikten ve mükemmellikten ayırmalıdır. Sinema biçimleri bozmalı, dinamik ve izlenimci olmalıdır. Manifestonun en ilgi çekici fikirlerinden biri doğanın ve kentin tüm unsurlarını bir ifade aracı olarak sinemada kullanmaktır. “The universe will be our vocabulary”. (Evren bizlerin ifade araçları olacaktır) (5)

Filippo-Tommaso-Marinetti

Arnaldo Ginna’nın Gelecekçi Yaşam (Vita Futurista) belgeseli fütürist bildiriyi, fütürist sanatçıları ve onların yaşamlarını aktaran bir çalışmadır. Fütüristik bir filmden çok fütürüzmi tanıtmayı amaçlayan bir belgesel niteliğindedir bu çalışma. Fütürist sinemanın en popüler filmi Anton Giulio Bragaglia’nın 1916 yılında yaptığı Thais filmidir. Ancak burada bu film değil Marcel Fabre’nin Amor Pedestre filmi incelenecektir.

Aristotales’in Zanaatkâr Ellerinden Fabre’nin Oyuncu Ayaklarına

aristo-poetika-kitapMarcel Fabre’nin Amor Pedestre’si 1914 yılına ait on dakikalık siyah beyaz bir filmdir. Ancak Youtube kayıtlarında sadece altı dakikasını görebildiğimiz bu filmin Jacques Feyder ve Gaston Ravel’in yönettiği Ayaklar ve Eller’e (1915) ilham kaynağı olduğu bilinmektedir. Filmde melodramatik bir aşk öyküsü işlenmektedir. Evli bir kadına âşık bir adamın kadının kocasıyla düelloya varan aşk mücadelesi ve âşıkların vuslata erdikleri mutluluk anı. Filmin ilginç olan yönü hikâyeden çok, bu hikâyeyi anlatma biçiminde yatmaktadır. Çünkü hikâyenin klasik dramatik yapısı sadece vücudun bele kadar görünen bölümleri çekilerek verilmiştir. Bu filmin 1914’te yapıldığı düşünüldüğünde çok önemli bir biçimsel öncülüktür. Öncelikle dönem itibariyle sinema hala tiyatroyla kıyaslanan bir sanat olarak algılanmaktadır. Tiyatro oyunculuğunun en önemli unsuru ise makyajla da desteklenen mimiklerdir. Oysaki Fabre’nin filminde oyuncuların belden yukarısı görülmediği için sinemanın kendine özgü bir sanat dalı olduğunun gösterilmesine yönelik bir eğilimi işaret etmektedir. Bunu yaparken henüz yeni yeni oturmuş montajın gücünden faydalanılmaktadır. Kısa planlardan oluşan öykü giriş, gelişme, çatışma ve sonucu aktarırken o kadar başarılıdır ki oyuncuların yüzleri anlamı oluşturmak için aranan bir öge olmaktan çıkar. Dahası çekimlerden oyuncuların sınıfsal konumlarını bile görebilmek mümkündür.

Amor Pedestre’de hikâyenin ilerleyişini, karakterlerin niyetlerini metonimilerle kavrarız. Yani bir bütüne ait bir parçanın gösterilmesiyle bütüne ait bir fikir oluştururuz. Elbette ki algılarımızda bu anlamı oluşturmak için kullanacağımız bir birikimin önceden var olması gerekmektedir. Bu filmdeki metonimik göstergelerden bir anlamın çıkması izleyici olarak benim Fabre gibi kentte yaşayan bir yetişkin olmamla ilgilidir.  Göstergebilimsel okumaya çok açık olan Amor Pedestre kentli insanın aşk serüvenlerinin çok fazla değişikliğe uğramadığını göstermektedir. (Düellonun yerini daha gizli ve daha tehlikeli mücadele teknikleri almıştır). Diğer taraftan bu on dakikalık film fütürist sinema manifestosunda yer alan evrene ait tüm unsurların bir ifade aracı olarak kullanılması ilkesine de uymaktadır. Antik Yunan’da bir ifade aracı olan eller modern sanatta alıcının ve montajın yardımıyla ayaklara dönmüştür.

Amor-Pedestre-film-sanatlog-blog-yazarlari

Sanat filmlerinin en önemli özelliği biçimsel yenilik ve deneylere açık olmasıdır. Bunu yaparken olaylardan çok karakterlerin psikolojik dünyalarına, kişisel yaşamlarına ağırlık verir. Sanat filmlerinin amacı cevaplardan çok soruları ortaya koymaktır. Bu noktada Amor Pedestre filmini geç modern dönemin sanat filmleriyle kıyaslamak filmin klasik neden-sonuç odaklı olay örgüsü düşünüldüğünde yanlış bir okumaya götürebilir. Amor Pedestre sinemanın icadından yirmi yıl sonra yapılmış kendi olanaklarını zorlamaya çalışan bir filmdir. Kendini tiyatrodan tamamen koparmıştır. Günümüz kısa filmlerinin pek çoğuyla yarışabilecek düzeyde doğru bir kurguya sahiptir. Çekildiği tarihten bu yana neredeyse bir asır geçen Amore Pedestre sinema tarihinde gezinmek isteyenler için on dakikalık güzel bir duraktır. (6)

Notlar

(1) Aristotales, Poetika, Remzi Kitabevi

(2) Benjamin, Walter; Pasajlar, YKY yay.

(3) Coşkun, Esen; Dünya Sinemasında Akımlar, Phoneix Yay,

(4) Coşkun, Esen, A.g.e.

(5) The Futurist Cinema, http://www.unknown.nu/futurism/cinema.html

(6) Fabre, Marcel, Amor Pedestre:

http://www.youtube.com/watch?v=fx11nKrAv24

Ö. Nilay Erbalaban Gürbüz

nilayerbalaban@hotmail.com

Stephen Little / …izmler - Sanatı Anlamak

25 Mart 2024 Yazan:  
Kategori: İnceleme Kitapları, Kitabiyat, Sanat

Sanat akımlarına geniş bir çerçevede yaklaşan yapıt tüm türlerin kısa analizlerini yapmakta ve görsel malzemeler ile anlatılan konular desteklenmektedir.

İzmler dört başlık çerçevesinde incelenmektedir. İlki görsel sanatlar içinde bir eğilim olarak ele alınır. Bu akım görsel sanatlara özgüdür. Rönesans sanatçılarının çoğunda Perspektifçilik hâkimdir. Yanılsamacılık akımı da bu eğilimin içine girmekte olduğu söylenmektedir. İkinci tür, geniş bir kültürel eğilim olarak belirlenmektedir. Bu eğilim içine giren akımlar Romantizm ve Klasikçilik’tir. Romantizm, 19. Yüzyılda kültürü ve politikayı etkilemiş ve sanata yön vermiştir. Üçüncü akım, sanatçı tanımlı akım olarak kendini göstermektedir. 20. Yüzyıldaki sanatçıların kendileriyle tanımlanan ve tanıtılan akımların en yüksek noktaya ulaştığı dönemdir. Gerçekçilik ve Süprematizm gibi akımlar kendi izm’lerinin önemi ve anlamı ile ilgili kamuoyuna açıklamalar yapmıştır.

Bu akımlar ortak amaçları paylaşan, kendi içine dönük sanatçı grupları olarak başlamışlardır. Son akım ise, geriye dönük adlandırmalardır. Bu akımlar Maniyerizm ve Ard-İzlenimcilik’tir. Maniyerizmin terimi bu akımı yapanlar tarafından değil, onlara düşman olanlar tarafından bulunmuş olduğu belirtilir.

RÖNESANS

Rönesans, yeniden doğuş anlamına gelmektedir. Batı sanatında ve kültüründe 14. Yüzyıl sonlarında başlayıp 16. Yüzyıl ortalarına kadar uzanan gelişim dönemidir. Orta çağ düşüncesiyle yeni çağ düşüncesi arasında bir köprü oluşturmuştur. Keşif, hırs ve değişim dönemidir. 14. Yüzyılda kilise hem ekonomik olarak hem de düşünsel bazda gücünü kaybetmeye başlamıştır. Kilisenin gücünün zayıflamasıyla rönesansta felsefe kendini ortaya çıkartmış, aklı ve deneyi öne çıkararak bağımsızlığını sağlamıştır. Böylece kapalı düşünce sistemi açılmış ve çoğullaşmaya başlamıştır.

Rönesans, bireysel hareket edilen bir akımdır. Rönesans, Hümanizmi’nin asıl ilgi konusuydu. Hümanizm, en önemli sorunun insan sorunu olduğunu söyler. Rönesans sanatında Klasik konuların ortaya çıkışının, Klasik mimarlığın tasarım ilkelerinin arkasındaki güç Hümanizm’dir.

Doğanın birebir olduğu gibi yansıtılması Rönesans döneminde çok daha önemli hale gelmiştir. Rönesans dönemine en uygun örnek Andrea Mantegna’dır. Mantegna Klasik heykelden oldukça etkilenmiştir. En öenmli eseri Meryem ve Çocuk İsa’dır.

Rönesans sanatçıları kendi aralarında sıkı bir rekabete girince farkında olmadan konumlarını değiştirip daha üst mertebelere taşıdılar sanatlarını. Sanatçıların bireysel yetenekleri, fikirleri, kültürleri daha büyük önem taşımaya başlamıştı artık.

Uluslararası Gotik, akım 1375-1425 yılları arasında Batı Avrupa’da başlamıştır. En çok süsleme, motif ve renge önem verilmiştir. Uluslar arası Gotik, diğer gotik akımlarından etkilenerek ortaya çıkmıştır. Sadece süslemeye ağırlık verilip uyumlu bir perspektif kullanılmamıştır. Gotik sanatının en büyük özelliği biçimlerin boyut ve ölçütlerini çarpıtmaktır.

Uluslar arası Gotik, Rönesans’a paralel olarak doğmuş ve gelişmiştir. Bu akım Rönesans ile kıyaslandığında tamamen tutucu ve geri kafalı olarak görülmüştür. Bu akıma en iyi örnekler dekorasyon, zengin renk ve ayrıntılar kullanılıp birleştirilmiştir. Konular genellikle dinseldir. Din dışı temalarda ise avlanma ya da soylulara özgü etkinliklere yer verilmiştir.

Klasikçilik, Rönesans sanatçıları Klasik sanat ve mimarlıkta gördükleri tasarım ilkelerini yapıtlarında amaç edinmişlerdir. Donatello’nun “Davut” heykeli ozamana kadar yapılan ilk serbest duruşlu çıplak erkek heykelidir.

Ortaçağdan kopuş Gotik mimarlığını terk edip Klasikçilik’i kuran Rönesans mimarları tarafından olmuştur.  Klasik akım, doğanın anlayabileceğimiz ve yapabileceğimiz, mantığa uygun yasalar tarafından yönetilip tekrardan canlandırılmasıyla ortaya çıkmıştır.

Sekülarizm, Rönesans boyunca dindışı konular ve sanat yapıtları artmıştır. Sekülariizm, kamusal insan ilişkilerini dinsel değerler ve gelenekler dışında olan genel bir akımdır. Bu dönemde tuval resminin önemi artmıştır. Bu sayede ressamlar daha çok gelir sağlıyordu. Tiziano bu dönemin en önemli adıdır.

Anıtsalcılık, 1503-1513 yılları arasında yaşanan bir dönemdir. Anıtsal sanat, boyutu, konusu, görkemi ve zamana karşı dayanarak önemli kalma tutkusuyla tanımlanır. Michelangelo’nun Davut’u ilk anıtsal Rönesans heykelidir. Âdem’in yaradılışı, düşüşü, kurtarılışı ve son yazgıyı anlatan öyküye göre sıralanmış yüzlerce devasa çıplak figürler içerir.

Hümanizm, iki bileşeni vardır. İlki Klasik dünyanın sanatına ve değerine olan ilginin yeniden canlanması, diğeri ise bireyin hem kendini hem de dünyayı dinsel değil akılcı düşünerek anlama ve değiştirme yetisinin yenilenmiş anlamıdır. Hümanizm, mantık sorgulamanın önemini vurgulamakta ve Tanrıyı yüceltip, dünyasal olanı ayaklar altına alan eski geleneksel egemenliğe savaş açtı.

İdealizm, Fiziksel dünyanın zihin ve ruhtan daha önemsiz olduğunu ileri sürer. Sanatçının taklit ya da bir modeli kopya etmesini değil, kendi düş gücüyle biçimlenen sanatı kullanmaktadırlar. Raffaello’nun figürleri tamamen aynı ölçülerde yapılmıştır fakat ifade yumuşaklığı, zarafet, çizgi ve renk berraklığı vardır.

Perspektifçilik, iki boyutlu bir yüzey üzerinde üç boyutluluk yanılsaması yaratmak için yapılır. 15. Yüzyıl ortalarında ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Giotto, resimlerinde bu yanılsamayı yapan ilk sanatçılardandır. Benzer derinlik efektleri yaratmak için çeşitli renkler kullanmıştır. Leonardo da Vinci ise resimde inandırıcılığı elde eden ilk sanatçıdır.

Yanılsamacılık, sanatçı, izleyiciyi kandırmayı sever. Yanlış betimlenmiş nesneleri gerçekmiş gibi göstererek, canlı varlıklarla karıştırılacak kadar gerçek sanat yaratır. Rönesans’ın özünü oluşturur. Mantegna, yanılsamacı tavan süslemesini kullanan ilk Rönesans sanatçısıdır.

Doğalcılık, dünyanın en az soyutlama ve bozulmaya uğranmış biçimidir. İnandırıcı efektler ve duyguların figürle karakterizesidir. Rönesans Doğalcılığı, doğal görünüme ve sadakat şeklinde kendini gösterir. Jan van Eyck bu sanatı en iyi uygulayan sanatçıdır. Doğalcılık, daha sonraki yıllarda peyzaj ve ölüdoğa resminin gelişimine yol açmıştır.

Maniyerizm, uyumlu ve dengeli kompozisyonlara önem verilmemiştir. Bu akım Klasikçilik’e karşı bir ret ve on değiştirme çabasındadır. Maniyerizm, figürlerde klasik çizgi, uyum ve perspektifi ikinci plana itmiştir. Maniyerist resmin duyguları ve kahramanlıkları, Rönesans dönemine göre daha azdır. Resimlerde yorum karışıklıkları vardır.

BAROK ve ROKOKO

Barok, 17. Yüzyıl kültür ve sanatı olarak adlandırılır. Barok dönemini farklı kılan insan bedenlerinde ve duygularında kendini gösteren kesintisiz harekettir. Barok, Maniyerizm’e karşı bir akımdır.  Barok sanatında, duygusal ya da tinsel hareket egemendir. Barok dönem, Rönesans’ta egemen olan freskler ve saray süslemelerinin yerine özel konutların duvarlarına asılabilecek ölüdoğa tuval resimleri yer almıştır.

Alegoricilik, konunun içinde izleyicinin dikkatlice bakarak göreceği gizli bir anlama sahip resimdir. Alegorik resim izleyicinin Klasik edebiyat, mitoloji ve tarih konularında köklü bilgiye sahip olmasını gerektirir. Zekâya dayanır ve bilgi ister.

Barok Klasikçiliği, Klasik geçmişe duyulan ilgi Barok çağında da sürdü. Bu akımda peyzaj resme egemendir ve figürler genellikle küçüktür. Figürler mütevazı insan boyutuna indirgenmiştir. Fransız Klasikçiliğinin kurucusu, Nicolas Poussin’dir. Resimler uyum, denge ve ahlaki ciddiyet verilmekteydi.

Pietizm, ruhani adanmışlık ve yoğunlaşma tavrıdır. Dinsel konular işlenmekteydi. Dinsel sanatın bastırılması sanatta konu açısından laikliğin egemen olduğu Hollanda Altın Çağı’nı başlattı.

Mezhepçilik, belirli bir mezhebin inançlarına bağlanmaktır. Protestan dinsel sanatı, hiçbir zaman bir ibadet nesnesi olarak kullanılmadığından sanat, genellikle gerçeğin yansıtılmasıyla kavrandı.

Jestçilik, Sanat yapıtını anlamlı kılan yüz ifadelerini ve bedenlerin aldığı pozu belirtir. Amaç, bedenin fiziksel hareketinin içindeki ruhu ortaya çıkarmaktır.

Duygusalcılık, izleyicinin duygularına yönelir. Barok sanat, dışlanma ve aşağılanma duygularını güçlendirmek için duyguları tahrik eder.

Caravaggioculuk, erotizm ve fiziksellikle tanınır. Vücut, cinsel ve ruhani olarak görünür. Caravaggio’yu taklit edenlere bu şekilde dendi ve bu akım böyle başladı. Resimlerde yakından gözlemlendiği izlenimini vermek için figürleri kesmiştir.

Rokoko, Barok’un karmaşık ve kıvrımlı biçimlerini benimsedi. Rokoko, sanatın, erotizm, süsleme ve zevki tercih ederek üzerindeki aşırı ciddiyeti terk etti. Dünyayı zevkler, düş ve eğlenceler için bir sahne olarak gördü. 18. Yüzyılda Rokoko gözden düştü ve yerine Yeni-Klasikçiler geldi.

Akademizm, sanatın akademilerde öğretilecek kurallarla bir sisteme bağlanmasıdır. Klasik güzellik ve sanatsal kusursuzluk ideallerini geliştirir ve tarih resmine öncelik vererek, klasik heykeli savunur. Akademizm’in ilk şekillenmesinde yapıtları ve kuramları ile en önemli ressam olan Paussin’dir.

Yeni-Klasikçilik, 18. Ve 19. Yüzyılda Avrupa’da başlayan bir akımdı. Aydınlanma ve akılcılığın öne çıktığı yaygın bir akımdı. Yeni-Klasikçiler sadece geçmişte kalan üslupları yeniden canlandırmak dışında birde sanatın değerlerine sahip çıkan bir toplum yaratmak için uğraşıyorlardı.

19. YÜZYIL

19. Yüzyıl, sanatçılar Akademilerin otoritesi karşı çıkarak daha da üstlerine gitmektedirler. Tutucu burjuva zevklerinin rol oynadığı ticari sanat piyasasına tepki gösterdiler. Romantizm, sanatçıyı Akademilerin otoritesinden, toplum yararından, düzen ve uyumun ağırlığından kurtarma süreci başlattı. İzlenimciler, çizgi ve formun yerine nesnelerin görünümlerini çağrıştıran renkleri kullandılar. 19. Yüzyılın sonuna gelindiğinde avangard sanatçılar, sanatçılıklarını bireysel özgünlükleriyle tanımlıyorlardı.

Romantizm, Yeni-Klasikçiliğe karşı bir tepki olarak ortaya çıktı. Romantik sanatı biçim ve kompozisyon kurallarının çok önemli olduğu Klasik sanattan ayırmak mümkündür 19. Yüzyıl Romantizm’inde materyalist terimlerle belirlenemeyen bireysel deneyimlerin ifadesiydi. Romantizm, insanın mantıkla kusursuzlaşması anlayışına karşıydı. Yaşam deneyiminin bütün yönlerini içine aldı.

Oryantalizm, doğayı, mimariyi ve gelenekleri bütünüyle yansıtmaktır. Oryantalist resimler Doğu’nun haremden köle pazarlarına, zevk ve zulüm özellikleriyle değer gördü.

Ortaçağcılık, Oryantalizm gibi çağa özgü toplumsal ve politik konuların araştırılmasında araç olmuştur.

Ön-Raffaelloculuk, bu akımın sanatçıları doğal ayrıntılara önem verdiler ve çok parlak renkler kullandılar. Ruhsal açıdan ve resim açısından saf olarak kabul ettikleri Raffaello dönemine geri dönmeye çalıştılar. Ayrıntılar üzerine çalışmışlardır.

Gerçekçilik, bu akım dünyayı olduğu, göründüğü gibi yansıtmayı amaçlıyordu. Gerçekçi resmin konuları o dönemde ahlak dışı görüldü. En güçlü olduğu yer Fransa, savunucuları ise Gustave Courbet ve Edouard Manet idi. Gerçekçiler, sanatı alışılmışın dışında toplumsal değerlerden uzaklaştırmak ve insanların yaşamını nasıl biçimlendirdiğini sorgulamakla ilgiliydi.

Materyalizm, İdealizm’i ve Romantizm’i reddeder. Materyalizm, fiziksel dünyanın insanın düşüncelerini ve deneyimlerini biçimlendirdiğini savunur. Courbet, hayatında hiçbir melek görmediği için bir melek resmi yapamayacağını savunurdu.

İzlenimcilik, dünyayı betimlemede Akademik gelenekleri reddettiler. Öykü anlatmak ve ahlak derslerini resmetmekle ilgilenmediler. Onun yerine resmin duyusal izlenimlerini keşfetmeye çalıştılar. Daha açık ve parlak renkler kullandılar.

Sezession, Sezession sanatçıları, sanatsal deneylere olanak sağlayan bağımsız seriler amaçlıyorlardı. Doğalcı ve İzlenimci resim içerirlerdi.

Estetikçilik, içinden Simgecilik’in çıktığı genel bir akımdır. Edebiyattan esinlenen ressamlar, izleyicide karmaşık, duyumsal ve entelektüel tepkiler uyandırmaya çalıştılar.

Simgecilik, 1880’lerde ortaya çıktı ve modernizmin yükselişiyle söndü. Simgeci burjuva geleneklerini alt üst etti.

Ard-İzlenimcilik, ortak hiçbir sanatsal hedefleri yoktu. En önemli isim Cezanne’dir. Doğayı taklit etmeyi ve öyküselleştiren manevi değeri reddetmişlerdir.

MODERNİZM

Modernizm, 20. Yüzyılın ilk yarısında yenilik getiren akımları içine alan büyük bir hareketti. Modernizm, sanatçının kendi bakış açısını bulmasını sağlardı. Sanat giderek gerçeği, ister modern gerçeği, ister evrensel gerçeği keşfetmenin aracı durumuna geldi.

Primitivizm, geniş anlamıyla özellikle Ortaçağ ahşap oymaları ve Gotik oymaları gibi Batı sanatı içinde üretilen akademik olmayan sanatı kapsar.

Dışavurumculuk, güçlü renkleri, çarpıtılmış figürleri soyutlayarak kullandılar. Kökleri Van Gogh, Edvard Munch’a dayanır. Ham renkler, kaba fırça darbeleri dışavurumcu resim unsurlarıdır.

Kübizm, öncüleri Picasso ve Braque’dir. Kullandıkları temalar genellikle alışılmış konulardı.  Kübistler, izleyiciye doğru bükülmesi gereken üçboyutlu formlarla uğraşmadılar. Sadece tuval üzerinde düzlemleştirilmiş şekilleri çoğalttılar.

Gelecekçilik, geçmişin sanatını ve kültürünü reddettiler. Yeni ve canlı olan her şeye yol açmak için eski olan her şeyi yıkmak istediler. Çoğunlukla keskin tonlarda renkleri kullandılar ama önceki akımlardan ayırt edecek kadar keskin bir tarz oluşturamadılar.

Dadacılık, Dadacılar için şok yaratmak temel taktikti. Temel öğeleri, rastlantı ve saçmalıktı. Sanata karşı yıkıcı, saygısız ve özgürleştirici bir yaklaşımı savundular. Dadacılık 1920’lerde yerini Gerçeküstücülük’e bıraktı.

Süprematizm, sanatın bütün yerleşik tanımlarını reddederek tinsel bir gerçekliğin sanatsal tarafına yöneldi. Bu akımın resimleri ne öyküsel ne de toplumsaldı. Resimler renk ve kompozisyonlar açısından giderek karmaşıklaştı. 1920 ve 1930’larda bu akım etkiliydi.

Yapımcılık, birbirinden farklı bileşenlerden ve plastik gibi çağdaş malzemelerle yapılmış geometrik sanat yapıtlarını tanımlar. Sanatsal ve endüstriyel olan arasındaki engelleri yıkmak için yapım terimini aldılar.

Gerçeküstücülük, Doğrudan bilinçaltından çıkanı yaratmayı amaçlıyordu. Onlara göre bilinçaltı şimdiye kadar baskı altına alınmış geniş bir depoydu. Rüyaların gerçek ve saçmalığını alt üst edici bir biçimde aktarıyorlardı.

POST-MODERNİZM

Post-Modernizm, 1970’lerde mimarlıkta gündeme gelmiştir. Mimarlar öncü rolünü üstlendiler. 1980’lerde ise toplumu eleştiren görsel sanatlar da post-modern olarak nitelendi. Post-modernizm ekonomik ve toplumsal güçlerin, bu gücü bireylerin ve kültürlerin kimliklerini biçimlendirerek kullanmasını da inceler. Post-modernizm doğayı, özgürlüğün sınırlarını, boyun eğme zorunluluğunu sorgularken içine düştüğü karamsarlık yüzünden eleştirilir.

Kavramsalcılık, sanatın maddi bir nesneden çok bir kavram olduğudur. Kavramsalcılar, kavramı sanat yapıtının üstüne çıkararak kültürel otoriteye çevrildiği süreci bozmaya çalışırlar.

Minimalizm, çalışmalar çoğu kez birbirinin aynı birden fazla elemanın birlikte kullanımıyla oluşturulur. Yalınlık, basitlik hâkimdir ve geleneksel olmayan malzeme kullanılarak yapıt oluşturulur.

Duyumculuk, her tür ya da malzemeden yararlanan kuralsız akım olarak gösterilmektedir.

Sanat akımları ve türleri genel olarak Bu şekilde sistemleştirilmiş ve yansıtılmıştır. Konuya bir giriş kitabı işlevi taşıyan yapıt sanat kuramları ile ilgilenecek olan öğrenciler için bir başvuru kaynağıdır.

…izmler - Sanatı Anlamak/ Stephen Little/ Çev: Derya Nükhet Özer/ Yapı Endüstri Merkezi Yayınları  / 2024/160 sayfa

Serkan Fırtına 

serkanfirtina35@gmail.com