Susuz Yaz (1964, Metin Erksan)

“Kadın Kısmını Ara Sıra Korkutmak İyidir”

“Bir objeye duyulan sevgi, ona sahip olma isteğinden gelir.”

(Sigmund Freud)

“Eğer su, bilinçaltı için temel maddeyse, toprağa egemen olmalıdır. Toprağın kanıdır zaten. Toprağın yaşamıdır. Bütün manzarayı kendi yazgısına doğru sürükleyecek olan sudur.”

(Gaston Bachelard, Su ve Düşler) *

Metin Erksan, Susuz Yaz’ı (1964) Necati Cumalı’dan uyarlamıştı; fakat auteur’ün orijinal katkıları söz konusu uyarlamayı eşsiz bir başyapıta dönüştürdü. Fonda taşranın sunağında toprak ve su mülkiyetine dayanan bir öykü vardı; arka planda ise voyörizm, fetişizm, kısacası cinsel dinamikler. İki başlık altında bakacağız filme: Mülkiyet Sorunu ve Cinsel Göstergeler.

Kuşkusuz mezkûr iki kategori birbirine içkindir. Nitekim birbirine sarmaşan bu konuları kimi kez yan yana değerlendirme olanağına sahibiz. Başlayalım öyleyse.

Mülkiyet Sorunu

“Zalime boyun eğen adam da zalimdir.” (Hasan, Susuz Yaz)

Susuz Yaz Anadolu’nun kapısını çalan bir filmdir. Bu kırsal coğrafya Ege (İzmir-Urla dolayları) toprağıdır. Toprak mülkiyeti dolayımında çok eski bir sorunla karşı karşıyadır köylüler: Su sorunu. Tarlalarının kızgınlığını (Buna seksüel kızgınlık eşlik edecektir.) serinletecek su, Osman (kötü adamın prototipi Erol Taş) ve kardeşi Hasan’ın (Ulvi Doğan) toprakları/mülkiyeti sınırları içindedir; dolayısıyla sorunun kökleri tam da buradadır. Varolan suyun kendi tarlalarına ancak yeteceğini vurgulayan Osman, diğer köylülerle ölümüne bir mücadeleye girişecektir. Kuyu suyunu hemşerilerinden esirgeyen bu gaddar adam, kardeşinin karşı çıkmasına karşın düşüncelerini bir bir uygulayacaktır. Mahkeme ise mahkeme, zorbalık ise zorbalık, kavga ise kavga, ölüm ise ölüm.

Taşranın öfkeli adamı Dul Osman ve kardeşinin ilişkileri feodal strüktürün göstergelerini sunar bize: Ağabeyinin, haksız da olsa yanındadır O. Sebebi basit: Çünkü büyük olan ağabeyidir. Büyüklerin sözüne karşı çıkılmaz, boyun eğilir, itaat edilir. Bu nedenle kardeşini elimine etmekte gecikmez Osman. Önce suya sahip olur, ardından kardeşinin karısı Bahar’a (henüz ilk rolüne çıkan Hülya Koçyiğit). Mülkiyetin farklı görünümleri gelir tek kavşakta buluşur: Egoizm.

Osman bununla da yetinmeyecektir. İlk başlarda, mevcut suyu kendi toprağını sulamak maksatlı kullanırsa da, suyu parayla satın almak için kendisine başvuran köylülere ‘hayır’ diyemeyecektir. Varolan her şeye sahip olma kaygısındaki Osman, bunu başarır da.

“Sahip olduklarımızın artık bize sahip olmaya başlaması” (Macbeth’e selam) gibi, açgözlülüğün de, hırsın da, tutkunun da bir sonu vardır ama.

Erksan, Susuz Yaz ile aynı yıl çektiği Suçlular Aramızda adlı kriminal yapıtında, burjuvazinin hükmetme arzusu ve iktidar kaygısına olabildiğince özgün sahneler yaratarak bakmıştı. Metresinin (Femme fatale ve vamp arketipiyle bağları bulunan Leyla Sayar) çıplak vücudunu paralarla örten burjuva (yönetmenin Acı Hayat isimli filminde de oynayan Ekrem Bora), aynı zamanda iktidarın simge-nesnesi konumundaki dünya küresini de elinde tutuyordu. Sahip olma, hükmetme, söz geçirme en eski dürtüyle birleşiyordu sanki; ilkellikle. Modernizmin kibar beyefendi figürleri, sahip olmaya alışmış, bütünüyle dejenere hastalıklı figürlerdi. Nitekim burada, “çevresinin kurbanı” olduğunu dillendiren bir özne söz konusudur. Bu çevre lüks içre konumlanmış kaymak tabakadır esasen. Sevgi ve şefkatin yerini ilgisizlik ve izole bir yaşamla tebdil ettiği bir uzam. Erksan, çocukluk travmalarını da ima ederek Freudyen damara kilitlenir adeta. Öyküyü cezbeden noktalardandır bu. Her şeye sahip olmak, mutluluğa ve huzura sahip olmak anlamına gelmemektedir.

Susuz Yaz’da da sahip olma tutkusu, sahip olunanların ötesine geçerek amaç ve aracın karıştığı bir noktaya düğümlenir. Ardından sahip olunanları koruma ihtiyacı doğar ve yine çatışma baş gösterir. Bunda motive edici element seksüel problemler olarak da belirmektedir.

İşte buradan, Susuz Yaz kanalıyla cinsel göstergelerin doğasına bakmaya başlayabiliriz.

Cinsel Göstergeler

“Kadın kısmını ara sıra korkutmak iyidir.” (Osman, Susuz Yaz)

Erksan, Suçlular Aramızda da dâhil olmak üzere, Sevmek Zamanı (1965) gibi zamanını aşan çizgidışı yapıtlarında da cinsel fetişizmin değişik boyutlarını perdeye taşımıştır. Suçlular Aramızda, temelde Amerikan kara film’inin (film noir) stil araçlarından beslenen ve tematik olarak da burjuva-proletarya diyalektiğinden hareketle sınıfsal çatışmaları gözlemleyen bir filmdir. Filmde burjuva sınıfından Mümtaz’ın (Ekrem Bora) sekreterinin bacaklarındaki jartiyeri okşarken, edimselliğine eşlik eden coşkulu sözleri, yine mülkiyete ve perde arkasındaki hastalıklı bünyeye dikkati çekmek içindir. Kadın bir arzu nesnesi olarak satın alınabilir bir metadır. Sevmek Zamanı ise İtalyan auteur Michelangelo Antonioni’nin modern ve karmaşık (complex) yapıtlarının çizgisinde resim-suret ilişkisini aralayan, tasavvufi açılımları da bulunan bir melodramdır. Burada da manken fetişizmi söz konusudur.

Susuz Yaz’da ise olağanüstü bir şey olur:

Silahını da (iktidarın istiaresi olarak fallus’un ve cinsel eylemselliğin göstergesi) sakladığı korkuluk üzerinden prova yapar Osman. Korkuluk, kadının teşbihidir burada. Korkuluğun kafasına tülbent takar ve onunla Bahar’mış gibi konuşur. Hasan ve Bahar, buluşmalarının imzasını korkuluğa ayna tutarak atarlar. Ve yine Osman, kardeşi Hasan’ı öldürme provalarını korkuluk üzerinden gerçekleştirir. Sinemasal olarak unutulmaz anlardır bunlar. İnsan-doğa ilişkisi, gerçek-suret diyalektiği defaatle sorunsallaştırılma olanağı bulur bu sayede.

Bir diğer cinsel gösterge ise voyörizmdir.

Kardeşini ve Bahar’ı odasından röntgenleyen Osman, eşi ölmüş, orta yaşı biraz geçkin bir adamdır. Bütün rontlama edimleri zamanla kardeşinin karısını elde etmeye dek uzanacaktır. Hayvan sağarken okşayıp Bahar’ı izlemesi, hatta hayvanın memelerini emmesi özellikle filmin doruk noktalarındandır. Yaratıcı yönetmen/auteur Metin Erksan, Osman’ın tecavüz saldırısının ardından bir sürüngene, kertenkeleye yaptığı kesme (cut) ile hem Osman’ın sadistik psikolojisini vurgulamış olur ve hem de doğanın kalbindeki insanların tamamen doğal yaşamdaki gibi hareket ettiklerini betimleme imkânı bulur. Bu vizyon, Japon sinemacı Shohei Imamura’nın Narayamabushi kô (1983, Narayama Türküsü) adlı sarsıcı anlatısındaki insan-doğa çeşitlemeleriyle buluşarak evrensel bir çizgiye konumlanır.

Sadistik ve kompleks (complex) bir sahne de Osman’ın, tavuğun boğazını kesip Bahar’a fırlatması ve ardından histerik kahkahalarla gülmesi çığırından çıkmış insan psikolojisini ifade etmek için elzem birer görüntü yumağına dönüşür. Ve Osman şöyle der:

Kadın kısmını ara sıra korkutmak iyidir.

Sahip olunan arzu nesnesi, itilip kakılan bir ev hizmetçisi değildir sadece; aynı zamanda bir seks bekçisidir. Ataerkil sistemin işleyiş mekanizmalarından biri de budur aslında. Tarlada çalışan, ocakta ekmek yaratan kadın; söz sahibi erkeğinin gölgesinde bir korkuluğa dönüşür.

Realist yazar Necati Cumalı’nın özünde cinsel referanslarla örülü yapıtına Metin Erksan, bu tarz akılda kalıcı sahneler ekleyerek Türk sinemasına konjonktürel anlamda devrimci mührünü vurur. Özelde Erksan’ın ilk dönem yapıtlarının tamamlayıcısı ve de uzantısı olan Susuz Yaz, taşranın ortajen değerlerine bakarken; genelde ise, evrensel bir sorunu, insanın bünyesinde taşıdığı ve gölgesi gibi kendisiyle birlikte gittiği her yere götürdüğü güç ve iktidar itkilerine değinerek enternasyonalizmin kapısını aralar. Ki bu sanatsal (artistik) güç, Berlin Film Festivali’nde filme büyük ödülü de (Golden Berlin Bear) kazandıracaktır.

Teşekkürler Erksan!

* Su ve Düşler - Maddenin İmgelemi Üzerine Deneme, Gaston Bachelard, Çev. Olcay Kunal, Yapı Kredi Yayınları, 1. Basım, 2024, İst.

Hakan Bilge

hakanbilge@sanatlog.com

Yazarın öteki yazıları için tıklayınız.