Anasayfa / Edebiyat / Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu İsimli Romanı Üzerine

Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu İsimli Romanı Üzerine

Harry Haller; yolunu şaşırıp kendi habitatından ayrı düşmüş, kazârâ bir kente inip sürüye karıştığına inandığı kurt tabiatını “Bozkırkurdu” olarak adlandıran, kırklı yaşların sonunda; kendini sadece insânî ya da sadece yabanıl yönleriyle görüp, insan ve kurt olarak ayırdığı iki kimliğin karşıtlığını ruhunda ölümcül bir çatışma hâlinde sürdürüp bir yandan da görünürdeki varlığını devam ettirme savaşımı veren bir entelektüeldir.

hermann-hesse-steppenwolf-bozkirkurdu

Haller kendini defaatle insan ve kurt kimlikleriyle tanımlamış ve irdelemişse de, içinde birçok farklı insânî ve hayvânî davranış modelleri, yönelimleri, karışımları ve irili ufaklı tüm kimlikleriyle bir mikrokozmos örneğidir.

Haşarı, ele avuca sığmaz çocukluğunda ilk eğitimi koyu Hristiyan olan anne babanın himâyesi ve terbiyesinde “Hemcinsini sev” ilkesine bağlı kalınarak verilmiştir. Harry’nin hayvansılığı üzerinde, bunu sindirmeye ya da tümüyle yok etmeye yönelik çalışmalar “Bozkırkurdu üzerine inceleme” yazısında belirtildiği gibi “… Bu amaca yönelik çabalarıyla gerçekten bir hayvan sayılacağı, sadece üzerinde ince bir terbiye ve insanlık örtüsü taşıdığı kuruntu ve inancını onda uyandırdılar.” olup, böylece onu gerçek yaşama karşı akim bırakmıştır.

Namıdiğer Bozkırkurdu üzerindeki yıldızlı gökle, içinde ise başkalarının bir dayatma şeklinde ona sevecenlikle sunduğu, kavramlar, şablonlar ve dogmalarla oluşturulan, ince bir zar gibi çevresini kuşatmış atmosfer hâlindeki ahlak yasasını benimserken, sonrasında kendi kurallarını kendine ve çevresine göre şekillendirip oluşturmak yerine ilk başta, biricik hedef seçerek özgürlüğünü kazanmaya çalışması ve bunu peyderpey başarabilmesi neticesinde onu basitleştirerek kendini sözde bir özgürlüğüne mahkûm etmiş; böylece başka yollar, bu dünyadan ussal ve duyusal kaçışlar bulmaya çalışmasına sebep olmuştur.

“İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemezler.” doğallığında, bu rastgele düştüğü zemin yüzünde; dolup taşan kafelerin, sinemaların, tiyatroların, reklam panolarının, merdiven basamağında duran çam ağacının, biteviye dikilmiş binâ gövdelerinin, bir dostun gerekliliğinin ya da bunun gereklilik olup olmadığını bile bilememenin iç sıkıntısıyla yine de burun kıvırdığı o küçük burjuva yaşantılarının içinde kalıp; ne onlardan tamamen kopmayı, ne de onlardan biri olmayı göze alabilmiştir.

Ayak uyduramadığı tüm yaşantılar ekseninde Harry, radyo ve gramofonlarla, âdeta kutsal saydığı Mozart’ın dahi, artık her eve kolaylıkla girebildiği ve onun karşısında saygısızca, kendilerine sunulan melodiyi kavramaktan, hissetmekten oldukça uzak, donatılan sofraya kurulup umursamaz tavırlarla bir şeyler tıkınan insanların olduğu gerçeğini; bu balolar ve eğlence yerlerinde çalınan şeylerin, yeni çıkan dans türlerinin, ucuz piyasa müziklerinin varlığının, kafasına girip ya da etrafta durup, çevreyi büyük bir arsızlıkla dolaşmasının verdiği huzursuzluk ve içinde vücut bulan karmaşayla, tüm bunların kendisiyle olan tuhaf ilişkisini bu kez Alman kültürünün bir yazgısı olduğunu düşünürek şöyle ifâde etmektedir:

Biz aydınlar buna yiğitçe karşı çıkacak ve us’a, logos’a, söz’e itaat ederek onun sesini duyurmasına çalışacakken, hepimiz de dile getirilemeyeni dile getiren, şekillendirilemeyeni şekillendiren sözsüz bir dil konusunda düşler kuruyoruz. Kendi sazını elden geldiğince sadakat ve dürüstlükle çalacakken, Alman aydını söz’e ve us’a hep cephe almış, müzikle cilveleşmiştir. Ve müzikte, gerçeğe dönüştürülmesi için asla çaba harcanmayan harikulade ses oluşumlarında, hârikulâde ince duygu ve ruh durumlarında Al­man aydını zevke dalmış, asıl yükümlülüklerinin büyük çoğunluğunu savsaklamıştır. Biz aydınlar gerçeği pek tanımıyor­duk, yabancısıydık gerçeğin ve ona düşman gözüyle bakıyor­duk; dolayısıyla bizim Alman gerçekliğinde, bizim tarihimizde, politikamızda ve kamuoyunda us içler acısı bir rol oynamıştır. Doğru, çokluk söz konusu düşünceyi tüm ayrıntılarıyla kafam­dan geçirmiş, bazen gerçeğin şekillendirilmesine kendim de katkıda bulunmayı, boyuna işin estetik yanıyla, boyuna düşünsel-sanatsal yanıyla uğraşmak yerine gerçeğin içinde etkinlik göstermeyi şiddetle özlemiştim. Ama her defasında teslim olup çıkmış, kadere boyun eğmiştim. Sayın generaller ve ağır sanâyici beyler yerden göğe haklıydı, biz “aydınlar” cephesinde tıs yoktu, bizler zeki boşboğazların oluşturduğu, onlarsız da yapı­labilen, gerçeğe yabancı, sorumluluk nedir bilmeyen bir toplu­luktuk. Yazıklar olsun! Ustura! [1]

Harry Haller’ın kafasında hep bir ustura ve üzerinde o yaşamaktan korkan, çevresinde dolaşan, uzaktan bakınan ama eşiğine adım atmaya bile yanaşmayan ürkek vaziyet vardır; bu yüzden önüne çıkan her zorlukta usturaya yapışmak isteyen varlığı, dışarıya karşı her savunmasız kalışında insan varlığına zıt saydığı, “Bozkırkurdu” kimliğine sarılır.

Bozkırkurdu kimliği ise sahneyi Haller’den devralır almaz onun çekinerek uzattığı bu usturaya zevkle yapışıp, insânî yanının zevk aldığı, ruhunu okşayan tüm incelikler altındaki yapmacıklıkları, bayağılıkları, mecbûriyetleri, protokol ve ödevleri; büyük bir ustalıkla, pattadanak bularak, tüm vahşiliğini kullanıp ona işkence etmek, işkence ederek işin iç yüzünü göstermek ve bundan biraz daha haz duyabilmek için insancıl yanlarını deşip durmaktadır. Misal bir Goethe gravürünün Goethe’den alakasız olarak, yaşlı, soylu ve o zamanın her burjuva evinin salonunu süsleyebilecek, en ideal şekliyle çizilmesine karşılık; içinde ussal, küçük bir çıtırtı çıksa, oracıkta ardından gelecek bütün her şeyle birlikte Harry’nin varlığı kendini görünmez bir çığın altında buluverecektir.

Ne de olsa bu küçük çıtırtıda Harry’nin tüm bunlara karşı çıkışı vardır; soylu ikiyüzlülüklere, minik burjuva yaşantılarına, etkinliklerine, göstermelik yaşamlara, onların uydurma eğlence biçimlerine, savaşlara, bu savaşların ortasına, büyük bir iştahla halkı piyonlar hâlinde süren politikacılara, şovenistlere, içi boş sığ entelektüellere, yapmacıklıklarına, piyasa maymunlarına ve daha nicesine sürekli bir karşı çıkışla içindeki yorucu devinimde aklında ustura fikri ama bunu yapmasına engel olan yetersizliği, zayıflığı ve tembelliğiyle içten içe ufalanıp duracaktır.

Netekim, böylece ufalanıp en küçük ve en çaresiz parçalarından birine ayrıldığı, bir ustura fikriyle daha eve dönmeye güç yetiremeyeceği o anda karşısına çıkan yansımalardan birinin ağzından, daha sonra şunları duyacaktır:

“Uğraşıp didinmelerinin başarısız kalaca­ğını bilmekle yaşamın sığ ve aptalca nitelik kazanmaz. İyi bir şey, ideal bir şey uğruna savaşıp amacına ulaşacağını sanman hayatını daha çok sığlaştırır Harry. İdealler ulaşılmak için mi vardır? Bizler, biz insanlar ölümü yok etmek için mi yaşarız? Hayır, yaşamamızın nedeni ölümden korkmamız, sonra da onu yine sevmemizdir; özellikle ölümün varlığından dolayı elimiz­deki birazcık yaşam bazen kısa bir süre işte öylesine güzel ışıl­dayıp durur.” [2]

Peki yapılması gereken neydi? Harry, Goethe gravürünü gördüğü yerde aklındaki düşüncelerin tamamını ortaya kusmalı, onu ve onun gülünçlüğünü insanların suratına fırlatıp atmalı, sonrasında orayı hızla terk mi etmeliydi?

Harry’nin tüm kararlılığıyla sahip olduğu yaşam hakkındaki fikirleri, bu uğurda birçok şeyi kaybedişi, bu fikirler ekseninde şekillenen ve varlığını, öz’ü yitirmek pahasına sürdürmekte direttiği kişi ya da kurtun altında şüphesiz gölgelenmiş, güdük kalmış birçok karakter, yönelim gibi varlığına ihtiyaç duyduğu mizah duygusu ve sonsuzluk arzusu da yatıyordu.

Görünen yüzüyle dünya, gerçekte de; tüm korkunç ve gülünç yeni müzikler, kepâzelikler, soytarılıklar, câhillikler, sıradan akıntısında durup düşünmeden tekrarlanan, istemeye istemeye yapılan işler, hiçbir getirisi olmaksızın sadece para kazanmak için sürdürülen sabah 8 akşam 5 mesâi saatleri, masa başı işler, bir kafede, ya da bir eğlence mekanında, ne tam bir ermiş ne de zevkperest olabilip bir sandalyede somurtup durmak mıydı? Diğer yandansa kan gölüne dönmüş toprak parçaları, sefâletler, cinâyetler, düşkünlükler, savaşlar, savaş provaları, küresel servet sâhiplerinin sömürdüğü küçük devletler, borsa senetlerine karşın insan yığınları ve nükleer atıklardan mı ibaretti?

Karşımıza Harry’nin (ve bizim) yine kendisine sorup durduğu bu sorulardan müteşekkil, şöyle bir diyalog çıkmaktadır:

Her zaman bugünkü gibi mi? Her zaman yalnızca politikacılar, vurguncular, garsonlar ve zevk düşkünlerine göre bir dünya, bizim gibilerin soluyacağı havadan yoksun bir dünya mı?

Bilmem ki. Kimse de bilmiyor. Öyle ya da böyle, zaten fark etmez. Şu anda senin o çok sevdiğin kişi geldi aklıma, zaman zaman bana kendisinden söz açıp bazı mektuplarını okuduğun dostun Mozart. Onun durumu nasıldı peki? Onun yaşadığı çağda kim yönetti dünyayı? Kim işin kaymağını yedi? Kimin sözü geçti? Kim adam yerine kondu? Mozart mı, yoksa işini bilenler mi? Mozart mı, yoksa sıradan, sığ insanlar mı? Nasıl öldü Mozart? Nasıl gömüldü? Sanırım hep böyle oldu, ileride de böyle olacak. Okullarda ‘dünya tarihi’ denen ve kültürün bir 145 parçası diye ezberletilen şey, bütün o kahramanları, dâhileri, büyük büyük işleri ve duygularıyla aldatmacadan başka şey değil, okulda geçirecekleri yıllar boyunca çocukların bir şeyle oyalanmaları için öğretmenler tarafından eğitim amacına yönelik olarak kotarılmış bir aldatmaca. Her zaman böyle oldu, her zaman da böyle olacak. Zaman ve dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların elinde bulunacak her zaman, asıl insanların elinde ise hiçbir şey. Yalnızca ölüm.

Hepsi o kadar mı?

Hayır, ölümsüzlük ayrıca.

İsmin ölümsüzlüğü mü söylemek istediğin, insanın kendisi bu dünyadan göçtükten sonra geride kalacak ünü mü?

Hayır kurtçuğum, demek istediğim ün değil. Ünün ne de­ğeri var? Hem sanıyor musun, gerçek ve kusursuz insanların hepsi üne kavuşmuş, sonradan gelen kuşaklarca tanınıp bilinmiştir?

Hayır, elbette değil.

Yani ün değil söylemek istediğim. Ün sadece eğitim için vardır, okul öğretmenlerini ilgilendirir. Yo, ün değil söylemek istediğim, yo hayır! Ölümsüzlük diye nitelediğim şey. Dini bü­tün kişiler Tanrının Ülkesi derler buna. Benim düşünceme göre, bizim gibiler, başkalarından bir fazla boyutla donatılmış bizim gibi iddialı, bizim gibi için özlem dolu insanlar, bu dünyadaki hava dışında soluyacakları bir başka hava, zaman dışında ayrı­ca sonsuzluk olmadı mı asla yaşayamazlar; bu sonsuzluk da gerçeğin ülkesidir işte. Mozart’ın müziği ve senin büyük yazarlarının yapıtları da bunun içinde, kerâmetler gösteren, idealleri uğruna can veren ve insanlık için yüce örnekler oluşturan ermişler de bunun içindedir. Ama her gerçek eğilim, her gerçek duygu da, isterse kimsenin bunlardan haberi olmasın, kimse bunları görüp bir kenara kaydederek gelecek kuşaklar için saklamasın, bu sonsuzluk kapsamına girer. Sonsuzluk içinde sonraki kuşaklar diye bir şeyden söz açılamaz, birlikte yaşamalar vardır sadece.

Bozkırkurdu hiç şüphesiz, kısa olmasına rağmen kolaylıkla okunacak ve hazmedilebilecek bir kitap ve karakter(ler) değildir. Besbelli Hesse, çağımızın “Teknoloji Tanrıları’nın” bir gün Hz Süleyman’ın sesini bile önümüze koyabileceğini öngörürken diğer yandan bu kitabın özetlenerek insanların yanında taşıyabileceği, küçük lokmalar hâlinde piyasaya sürülen, burjuvazi kanallı rahat bir dolaşım şeklini bulmuş kuşakların hazırcı anlayışı yerine; yeniden ve tekrara düşmeden keşfedilerek, bir bütün olarak, gerekirse, tüm kozmosu dolaşıp o sesin kaynağını bulma peşinde olan sevdâlılarına, kendini adamışlara hitap ederek yazmıştır; evet yalnızca kaçıklar içindir.

Zeynep Kâmil

Şubat 2024

[email protected]

Yazarın diğer yazıları.

[1] Hermann Hesse, Bozkırkurdu, Çev. Kâmuran Şipal, Yky, s. 130

[2] Hermann Hesse, Bozkırkurdu, Çev. Kâmuran Şipal, Yky, s. 114

[3] Hermann Hesse, Bozkırkurdu, Çev. Kâmuran Şipal, Yky, s. 145-146

harry haller hermann hesse - bozkırkurdu zeynep kamil

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Çağını Aşan Bilge: Jean-Jacques Rousseau

Uzun zamandan beridir masamdaki Jean-Jacques Rousseau çalışmalarımı okuyorum. En büyük isteğim ise ona bir nefes ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

kuşadası escort