Barselona, Barselona ya da Akdeniz Akşamları Bir Başka Oluyor

Woody Allen’ın, IMDb kayıtlarına göre yönetmen olarak 43. filmi, 9 Ocak 2024’da gösterime girdi. Filmi daha önce festival gösterimlerinde ya da bir şekilde bulunmuş kopyalarından izlemeyenler, orijinal adı “Vicky Cristina Barcelona” olan filmi, “Barselona, Barselona” adıyla tanıdılar. Bu filminin adını da özel isim kullanarak veren Allen, hemen film adı çevirmenlerimizin eline düştü. Bir yanıyla “Bir Akdeniz Filmi” olan filmimizin, “Bodrum, Bodrum” çağrışımlı bir isimle sunulmasına razı oluyor, “Akdeniz Akşamları Bir Başka Oluyor” gibi bir isime sahip olmamasına şükrediyoruz. Böyle bir durumda filmin afişinde yönetmenin adının nerede olduğunu aramayı da sevimli bir bulmaca olarak değerlendiriyoruz.

Woody Allen, Vicky Cristina Barcelona ile İngiltere’den sonra bir de İspanya’da zanaatını sergiliyor. Film, müzik kullanımı, özenli sanat yönetimi çalışması ve güzel görüntüleriyle aynı zamanda bir Akdeniz ve İspanya güzellemesi. Match Point filmiyle “Suç Ve Ceza”; Cassandra’s Dream filmiyle “mitoloji” destekli filmlerinden sonra (Scoop’u saymazsak), Allen kendi bildiği şeyi anlatmaya bu kez İspanya’yı arkaplana alarak yapıyor. Film, yine jeneriğiyle, dış ses kullanımıyla, kullanılan klasik geçişlerle ve sıradan bir tanıtım girişiyle, oldukça bilindik bir biçimde kuruluyor. Bu içerikteki “açık”lığı gizleyen bir tutuculuk mudur bilinmez ama biz basın bülteninden alınan “konu”yla başlayalım.

“Amerikalı Vicky ve Cristina İspanya’da bir yaz geçirirler ve gösterişli sanatçı (Javier Bardem) ve onun güzel fakat dengesiz eski eşi (Penelope Cruz) ile tanışırlar. Vicky (Rebecca Hall) evlenmek üzere olan muhafazakar bir kadındır. Cristina (Scarlett Johansson) ise cinsel serüvenlere açık özgür ruhlu bir kadındır. Kaderleri kesişen üç insan arasında doğan aşk ilişkisi kaotik sonuçlar doğuracaktır. Vicky Cristina Barcelona, öyküsünün geçtiği kent olmaksızın düşünülemeyecek bir film olarak karşımıza çıkıyor.”

Filmin gidişatını, ressam Juan Antonio’nun (Javier Bardem); Vicky (Rebecca Hall) ve Cristina’ya (Scarlett Johansson) yaptığı “ahlaksız” teklif belirliyor. Cristina için heyecan verici olan bu teklif, Vicky için başlarda tehlike dışında bir şey ifade etmiyor. Film aslında kafası karışık kadınlardan ve onların kararları üzerinden ilerliyor. Çapkın ve etkileyici Juan Antonio ne aradığını bilmekte ve bulmakta sorun çekmemekteyken, bir diğer ana erkek karakter Doug ise zaten düzen ve bilinçlilik abidesidir, zevkleri çok nettir, belki 20 sene sonrasının planını bile yapmıştır. Bu anlamda incelemeye ve değişkenlik göstermeye uygun karakterler kadın karakterler oluyor.

Oyunculuk adına en dikkat çekici performansın Rebecca Hall’a ait olduğunu da iddia edelim. “Büyük” yıldızların yanında ismine sıra gelmesi zaman alacak olan Vicky rolündeki Hall, gerçekten çok başarılı bir şekilde oynamış. Bardem ve Cruz’un bildiğimiz iyi oyunculukları, “bir hayat çaylağı” görünümünde olan Johansson’la birleşiyor, ama vurucu darbeyi Hall yapıyor. En beklenmedik depremi yaşayan ve derin bir sarsıntı yaşayan Hall, tüm hissetmesi gerekenleri hissediyormuş gibi görünüyor. Canlandırdığı “kontrollü” Vicky’nin kontrolü kaybetmesi ve sorununu nasıl, ne şekilde çözececeği hem öyküyü bir arada tutan metin hem de filmin temel okumasını sağlayan şey. Vicky kontrollü ve kendine güveni tam, ama kararlarını daha önceden almış olması onların çok fazla sağlam olması anlamına gelmiyor, ayrıca yaşayacağı sarsıntının şiddetini arttırmasına yol açıyor. Görünürde kafası daha karışık olan ve “aramaya inanan” Cristina ise daha net ve kesin davranabiliyor.

Filmdeki süprizler, filmin inandırıcılığı, öyküyle ilgili değil karakterlerin davranışları diyaloglar ve onların duyugularını hissettmemizle ilgili. Bu anlamda hem dramatik bir öyküden bahsediyoruz, hem de analitik yapısı gereği, romantik komedilerin sığ heyecanından başka türlü bir romantik komedi filmiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz.

Film komik mi? Pek fazla değil. Romantik mi? Biraz fikir yürütelim…

— Dikkat!!! Aşağıdaki bölüm bol miktarda “spoiler” içermektedir. —

Filmin ikinci bölümünde kafası karışıklar kervanına iki yeni konuk katılır. Maria Elena (Penelope Cruz), heyecanlarını en çok hisseden ve hissettiren karakter iken; Juan Antonio, bu heyecanlara en iyi yönü verebilen kişidir. Juan Antonio, Cristina ile yaşamaya başlamıştır, ama, Maria Elena’nın gece gelen intihar girişimi haberiyle birlikte başlayacak olaylardan kısa süre o da etkilenir. Bu süre içerisinde “radikal” bir ilişkinin oluşmasına engel olmaz ve bu sefer yeni bir ikilimiz değil, yeni bir üçlümüz olur. Maria Elena ile Juan Antonio’nun arasındaki uyumu farkeden Cristina, beklenmedik bir şekilde ayrılan ya da onları ayıran kişi değil, üçlü ilişkinin olmazsa olmaz “element”i olur. Aslında Cristina’nın Maria-Juan ilişkisine eklenmekten başka çaresi yoktur. Çünkü; Cristina, ne Juan Antonio’nun besleyicisi olabilecek yaratıcılıkta ve kendine güvende; ne de Juan Antonio, Cristina üzerinde etkisini borçlu olduğu karizmasını, esin(!) perisinin ortaya çıkışıyla birlikte, sürdürüp gizleyebilmektedir. Cristina’nın fotograf konusundaki ilgisinin desteklenmesiyle birlikte de sorunlar azalır ve sanat birliğimiz 3 kişiyle kurulur.

Filmin en ilginç sahnesi, Cristina’nın birliğin yıkımına dair aldığı kararı açıkladığı sahnedir. Çaylak Cristina arkadaşlarına böbürlenerek anlatıyor olsa da oraya (üçlüye) ait olmadığını sezmektdir. Bu işi daha fazla götüremeyecektir. Açıklamayı yapma vakti gelmiştir. Bu beyandan en çok rahatsızlığı Maria Elena duyar. Kendini tutmaya çaba gösterme gereği hisetmeyen Maria Elena, “kronik tatminsiz” Cristina’nın, aslında kendisiyle Juan Antonio arasındaki ilişkinin bir “element”i olduğunun farkındadır ve gösterdiği tepki bu yüzdendir. Ama yapacak bir şey kalmamıştır. Cristina’nın üçlü birliği ortadan kaldıran ayrılışı, sadece üçlüyü değil zaman içerisinde ikiliyi de yok edecektir.

Bu zaman diliminde ise Vicky, konforlu ve huzur içerisinde olduğuna kendisini inandırmaya çalıştığı yaşamına devam etmektedir. Ama bu “rahat batması”, sırdaşının, bir partide Juan Antonio ile tekrar biraraya gelme tezgahını kurmasına imkan sağlar. Zaten çapkınımız da kadınsız kalmıştır, her şey yolunda gidecek gibidir. Vicky de aklından çıkaramadığı şeyle (erkekle, duyguyla, heyecanla, aşkla, ya da her neyse) yüzleşme fırsatını elde etmişir. Ama bütün koşullar uygun görünse de bu toplantı, Maria Elena’nın hayırsız ziyaretiyle, belki de, tehlikenin boyutuyla ilgili bir sinyalle, bir yaralanmayla son bulur.

Film, hem Vicky’nin hem de Cristina’nın, ülkelerine dönmeleriyle son bulur. Aramaya inanan Cristina arayışlarıyla, bulmaya inanan Vicky buluşlarıyla tekrar başbaşa kalmışlardır. Bu muhafazakar bir son gibi görünmektedir. Oysa ikisi için de çözülmüş hiç bir sorun yoktur, ikisi de her şeyin yolunda olduğuna dair bir hisse sahip değillerdir. Barselona, onlar için iyi ya da kötü bir rüya, bir deneyim olarak kalmıştır. Woody Allen, bize bu öyküyü anlatmış, onların çözümsüzlüklerini bize göstermiştir. Peki bu, bizim için de böyle olabileceğine dair bir mesaj mıdır? Anlaşılan o ki; ne kendini olaylara ve gidişata adamak ne de kusursuz bir hayat planı ortaya koymak çözüm olmuyor. Amerikan tipi faydacı bir materyalizmi ililşkilerin temeline yerleştirmenin de çözümle ilgisi yok. Çünkü aslında film boyunca gördüğümüz gibi, evliliklerin güven verici bir kontrattan başka bir şey olmadığı çok açık. Konformizmin gerçek anlamda konfor ya da mutlulukla ilgisi olmadığı da çok belli. Peki o halde bu “element” nerede? Woody Allen cevap vermiyor. Belki de şöyle diyor: “Element”i siz keşfedeceksiniz. Element, ne hazır kurumlarda, ne de “herhangi” bir yerde. Onu da arayıp bulacak olan sizsiniz. Deneyimlerinizle, sezginizle ya da kendinize özgü yeteneklerinizle “o”nu bulacaksınız.

Bütün bu söylenenlerden sonra da Woody Allen’ın kapalı (öyküsel anlamda) olan anlatımının, anlamsal düzeyde çok da kapalı olmadığını ve filmlerinin gücü bu hem çok şey söyleyen (aynı zamanda çok konuşan) görünüşüne rağmen, aslında tamamlanmamış olmalarından kaynaklanıyor. Barselona Barselona; afişiyle, fragmanıyla ve Türkçe isim çevirisinden oluşan paketiyle benzetilmeye çalışılan bir romantik komedi değil. Bu film, cinsellik, mutluluk arayışı gibi kavramları, “yozlaşma” kavramına başvurmadan düşünebilen insanlar için daha uygun. Çünkü Allen bildiğini, bildiği şekilde anlatmaya devam ediyor ve öğüt vermekten kaçınıyor.

Yazan: Erkan Erdem