Anasayfa / Sinema / Modern Klasikler / White Dog (1982, Samuel Fuller)

White Dog (1982, Samuel Fuller)

Hayatının son yılları çileli geçmiş Amerikan aktris Jean Seberg ve kocası yazar Romain Gary’nin tanık olduğu ilginç bir ırkçı köpek vakası, Gary’nin otobiyografik romanına konu olunca Paramount’un filme çekilebilecek romanları bulup raporlama uzmanlarının da ilgisini çeken White Dog, sinema tarihinin en ilginç kaderlerinden birine sahip tartışmasız kült bir yapımı oldu. 1972’den 1982’ye kadar sadece sinopsis olarak bekletilen bu ilginç hikaye, şirketin nihayet çekim sırasına girdiğinde ilk yönetmen adayı Roman Polanski olmuştu. Fakat Polanski, meşhur tecavüz iddiasıyla ülke dışına kaçınca film bu kez de yönetmensizlikten ortada kaldı. Paramount’un ve tüm sinema tarihinin en etkili patronlarından Robert Evans’ın müdahalesi olmasaydı belki de bu müthiş filmi hiç izleyememiş olacaktık.

The Big Red One/Ölüme Koşanlar gibi afili bir savaş filmi çektikten sonra yapımcıların da ciddiyetle yaklaşmaya başladığı Samuel Fuller, bugün L.A. Confediental/Los Angeles Sırları gibi mükemmel bir filmin yönetmeni olarak tanınan senarist Curtis Hanson’la biraraya gelerek yazdığı senaryoyu Paramount’a kabul ettirince White Dog’un ilginç öyküsü nihayet tozlu raflardan kurtulabildi. Film çok kısa bir sürede çekildi. Ön gösterimi yapıldı ve seyirciler perdeye atmadık eşya bırakmadı. Çoğunluğu beyazlardan oluşan San Diego seyircisi filmi hiç beğenmemişti. Fuller, Evans’la görüşüp filmin hiçbir yerini makaslamayacağını hatta ılımlı finalini sert bir finalle değiştireceğini söyledi. Nasıl olduysa Evans bu ilginç teklifi kabullendi. White Dog’un genel gösterime girmesiyle çıkması bir oldu. 2 gün içinde bütün Amerika filme aynı tepkiyi gösterdi. Fuller da filmini Avrupa’da göstermek zorunda kaldı. Avrupa’da, özellikle de Fransa’da belli bir eleştirmen kitlesi filmi beğense de White Dog talihsizlikle başlayan bir proje olarak yıllar içinde unutuldu gitti. Nihayet çekildikten 26 yıl sonra Criterion Collection, DVD baskısını çıkardığında bir kayıp film daha gösterim fırsatı bulmuş oldu.

Peki neydi White Dog’a duyulan bunca nefretin sebebi? Hiç şüphesiz seyirciyi parmağında oynatan Samuel Fuller’ın bizzat kendisiydi bu sorunun cevabı. Film, gece vakti bir aktrist adayının arabasının altında kalan beyaz, sevimli bir köpeğin hikayesini anlatıyor. Aktrist köpeğe acıyıp veterinere götürdükten sonra onu korumasına ve evine alıyor. Köpek, kadına hem güven duygusu aşılıyor hem de yalnızlığını alıyor. Fakat çok geçmeden köpeğin sırrı ortaya çıkınca işler değişiyor. Bir Alman kurdu olan köpek birkaç cinayet işliyor. Köpek yalnızca saldırgan bir köpek olsa yine normal sayılabilir. Fakat ilginç olan, köpeğin yalnızca siyahları öldürmesi…

Fuller baştan sona izleyicinin içindeki ırkçılık ve nefret duygularını açığa çıkarmaya odaklanmış. Hikayenin içindeki “çözüm”ün arkasında sonuna kadar duran Fuller, izleyicinin köpekten nefret duymasını ve şefkat göstermesini aynı anda istiyor. İzleyici filmin akışına göre köpeğe karşı olan duygularında sürekli bir değişiklik hissediyor. Köpeğin temsil ettiği ırkçı nefretin aslında her insanın içinde olduğu, bunun da ancak sorunla yüzleşmekle çözülebileceğini gösteren film, köpek üzerinden ne tür bir karşı-eğitimle sorun çözülürse çözülsün bunun yalnızca ırkçılığı kazıdığını ama nefretin yön değiştirdiğini gösteriyor bize. Mükemmel final sahnesi insanın ağzını açık bırakacak cinsten. Zira hiç beklenmeyen bir son var karşımızda. İki farklı ihtimalden birisi olacak derken film üçüncü ihtimali göstererek sona eriyor.

Fuller, bazı biçim ve sembol unsurlarını da kullanıyor filmde. Örneğin köpeklerin dünyayı siyah-beyaz olarak görmesini rahatlıkla ırkçılık temasında kullanmış. Filmin açılış jeneriğinde yazılar bir siyah bir beyaz olarak görünüyor. Köpeğin türü 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ırkçılık damgasını yiyen Almanlara bir gönderme olarak Alman kurdu bir cinsten seçilmiş.

White Dog’u izlediğinizde insanlardan yalnızca renkleri yüzünden nefret duyma gibi saçmasapan bir hissi yargılama şansı buluyorsunuz. Bu, filmin kolay çözümlemesi. Bu çözümlemede eğer ırkçı değilseniz rahatlıkla bu fikri eleştirebiliyorsunuz. Zor olanı ise ırkçı bir insana bu fikrinden dolayı duyulan nefret. Buna bizzat tanıklık eden ben, filmin ilk yarım saatinden sonra köpeğin öldürülmesini istemiştim. Filmi izleyen çoğu insanın da o esnada bu fikirde olacağına eminim. Ama daha sonra hikaye bize köpeğin siyahlara duyduğu nefretin bir benzerini bizim köpeğe duyduğumuzu hatırlatıyor. Hem de siyah bir insanın bakış açısıyla. Zaten White Dog’un zarif tarafı da bu. Hissettirmeden, izleyicisine kendi kendisini değerlendirme imkanı sunuyor. Irkçı olmasanız bile ırkçılara duyduğunuz nefretin ırkçılık kaynaklı nefretle eşdeğer olduğunu söylüyor. Sanırım Amerikan izleyicisini de ayağa kaldıran noktası bu olmuş filmin. Siyahlara yönelik ırkçı hareketlerden daha yeni kurtulmuş bir toplumun bu zaafını en sert şekilde gözler önüne seren film provakatif bir yapıt olarak değerlendirilmiş. İşin daha da ilginç ve şok edici yanı ise filmin gerçek bir olaya dayanması. Sahibi tarafından farklı renkteki insanlara nefret duyması öğretilen bir köpek fikri başlı başına düşündürücü iken bir de o köpeğin serbest bir şekilde toplumun içinde gezmesi fikri daha da tüyler ürpertici. Sanırım zor olan köpeği ırkçı bir hale getirmek değil, o öğretilmiş nefreti köpekten geri alabilmek. Film de zaten bunun ne derece zor bir iş olduğunu anlatıyor. Eğer bu konulara kafa yormak ve renk kaynaklı ırkçılığın temelinde neler olduğunu bir kez daha kavramak isteyen bir insansanız White Dog alanının en iyi filmi diyebilirim.

Samuel Fuller, 1982

İlginç Bilgi: Filmde 5 farklı köpek kullanılmış. İzlerken bunu hiç fark edemiyorsunuz.

Muhammed Tiryaki

mtiryaki83@hotmail.com

Yazarın diğer yazıları.

ırkçılık temalı filmler robert evans romain gary samuel fuller white dog (1982)

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Nuri Bilge Ceylan Hakkında Bir İnceleme

Giriş 1990’lar, 1980’lerden arta kalan faşizmin halk ve sanatçı üzerindeki kara bulutlarının dağılmaya başladığı dönemdir. ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir