Leylâ Erbil - Ölü

20 Ocak 2024 Yazar:  
Kategori: Edebiyat, Oykü, Sanat, Ustalara Saygı

Öldün! Öldün ha! Şimdi ben ne yapayım?.. Bir memur ölüsünün karısı?.. Daha gencim, güzelim de, kolay mı?.. Sevgilim! Birbirini incitmeden geçinmiş kaç karı koca vardır şu dünyada!.. Sararmış incir yapraklı, çakıl taşlı, elektronik beyinli, buzullu, göllü, uçak alanlı daha çok varlıklılar için, katır yollu yoksullara, Hotel Sheraton’lu, Astoria’lı, dana kıyması yiyilenli dünyada! Neden öldün Asım? Tanrım, şu incir çekirdeği doldurmayan mutluluğu çok mu gördün bana? Eşim! Yoldaşım!! (Çenesini de bağlamalı). Onca geçimsiz çiftler varken, varken onca dişilerle erkekler, erkeklerle erkekler, dişilerle dişiler… Örneğin Süheyl ile Mahmure, Prenses Nurhan’la sallabaş kocası Mahmut, Rahim’le Rahime. Tanrım onları alsaydın ya şu pırıl pırıl patlıcanları yarattığın dünyamızdan, dağ koylarındaki katırtırnaklarını, kıyılara üşüşen kuğuları pembe boyalı. (Kırk metre uzunluğunda on metre genişliğinde bir alay olmalı, bir yıl boyanmamalı.) Ne istedin benim tatlı dilli, güleç gözlü erkeklik organımdan? (En sevdikleri: karnıyarık, makarna.) Bayım benim bayım; B, A ve Y. Bayım benim bak bana yakıştı ölmek sana, bak bak Martı’na Martı’n yaaa Martı’n! Martı’sının Boris Alekseyeviç Trigorin’i seni! (Tabutunu hemen ısmarladım.) Denizim benim, yazlık evim; üç ay geçirdiğim içinde, tiyatrom, plaklarım, gel şöyle bana, yaslan arkana, gel, hah şöyle! Yaslan yaslan yastığımıza, ben de seni ölü sandım. Milena’nın Kafkası! (Çıfıt seni.) Bir ıhlamur kaynatayım iyi gelir akciğerlerine, pankreasına ve hormonlarına, ölmezsin belki de? Rakı ya da? Rakı bizim yerli sanayimizin emek ürünü olarak akciğerlerimizi sevindiren, dalgalandıran ıssız kaygan kuytuda oturan damarlarımızı ki o denli dayanıklıdırlar ölüme ama istemezsin, ille viski… Şu prenses bozuntusu alıştırdıydı bize, domuz karı ucuz ucuz yerli konyağımızı içip dururken sana caka viskisi… Aaa inatçı seni yatma! ille de öleceksin değil mi, kalk şöyle bakayım, ben ne olacağım sonra; hiç başıboş koymaya gelmez bunu gözünü ayırmayacaksın üstünden, hemen saçmalar narin domuz, elini versen kolu kapar, dur bari ben içeyim viskini, güzel güzel bir viski black label, kara label… (Müslümanlıkta karalar giyinmek yoktur? Eşyaların yerini değiştiririm: perdeleri, sehpaları, banyoya her girenin aklını karıştıracak gâvur kavanozlarını dizerim aynanın önüne, Odorno, Taffme, tüm Blue Beaute’lerimi ne işe yaradıklarını kimselerin bilemeyeceği, bunları neresine sürüyor acaba diye gizlice açacağı kapaklarını, açar açar prensesliğinden utanmadan açar bakar, şu adamı nelerle esir etmiş kendine diye meraktan açar, gösteririm ben de ona gülümserim, en tiksintili dudak çıkıntımla, mevluta limonküfü bir giysi diktiririm, saçlarımı ensemde toplarım, kulaklarım gözüksün, ölü aylığıyla geçinebilir miyim? Pul koleksiyonunu da satarım, gözü denli bakardı ona.) Otuz yıl nasıl da geçindik, senden başkasıyla bir türlü yatamadım otuz yıl, biliyorum sen de yatmadın, kolay değil ne fırsatlar geçti eline, ince kalın, esmer beyaz, çeşitli fırsatlar kimseye o gözle bakmamışsındır ki… (Ayda kaç lira verirler ölüsüne?) Müşterisiz bir diş doktoru evde kalmış, aklı ve eli oynaşta bir daktilo hadi hadi biliyorum o sizin dairedeki Gülbedia sırıtınca otuz iki kırmızı dişetleri ortaya çıkan, kısır prenses nah şu boku alıştıran bize, nerede bardağım benim? Ne oldu neden yıkıldın gene, kalk kalk al iç, içmiyor musun? Ben içerim seninkini de, bana kalırsa karıların sana yanaşmaları bana düşman olmalarındandı, nedense hiç sevmezler beni, bende onları kendi gözlerinde küçük düşüren ne var sanki sen de kendine sanırdın, sevmezler beni, onların ruhlarını görürüm hemen de anlarlar, bunu ayartmaya kalkarlar, onlardan başka olduğumu anlarlar, beni seven başkasını sevemez ki, başkasıyla yatamaz benimle yatan neden bilmem ama öyle işte, öyle değil mi? Benimle bir yatan öyle değil mi?.. Bu da kendine sanır, şuna bakın boy yok bos yok; boy bos olmaz da cinsel çekmesi olur insanın, alımı olur efendim?.. Gene de başkasıyla yatamadım otuz yıl… Bir topluluğa girdi mi kendisine baktırır, sözünü dinletir, göz yaşartır, aksırtır hapşırtır, bunun ağzını bıçak açmaz… Bıçak dedim, ölü karnına konurmuş, korkma bıçak mıçak getirecek değilim… Heh! ne yapacağı belli olmaz, ola ki ölmedi de sınıyor beni… Amaaan eli ermez gözü görmez bir nesnesin işte, eskiden şu bardakların biri senin biri benimdi şimdi ikisi de benim… Yalnız ruhen inceydi ağzından bir kaba söz bir atasözü bile çıkmamıştır. Örneğin, “horoz ölür gözü çöplükte kalır” değil mi… Hadi desene… Çöplük! Çöplük! Çünkü çöplük sözü incitir kendilerini, hah hah hah! Pek ince bir kişidir canım! Amaaan seni doğrultmaktan da bıktım, yüksek memurdu bu… Kadınları çeken belki de burasıdır! Söylesene ha? Söyle susmaların mı çeken onları?… Söyle bana senden yüksek memurların karılarından hiç sana bakan çıktı mı? Ha? Çıkmaz biliyorum! öyle olsa kaçmazdı gözümden, yalan söylemiyorsun değil mi, artık beni kandırmakla kandırmamak arasında bir ayrım kalmadı. Yüzüme bak ölüm yatağındasın, ölmek üzeresin, öldün bile, saklama, yok yok bana hiç yalan söylememişsindir, senin gibi bir erkek bulunmazdı biliyorum, üstün her seviydi aramızdaki Mişkin’im benim! (Cenaze iyice gösterişli olmalı, babanınki gibi, onu aratmamalı, yedi adım sonra bando çalmaya başlamıştı, annen yürümemişti artık…) Hem de benim sevilecek neyim var ki: güzel değilim öyle, varlıklı da değildim, soydan soptan bir üstünlüğüm de yoktu, sana bir ilgi de göstermemiştim, ne bulduysan bende, neden bir dengini bulmadıydın ha! Ah! Ah! Sanki müthiş bir aşktı da bu sarı deniz kıyısında görünmez bir fırtına bir tayfun çaldı götürdü seni, üçüncü günümüzde, yirminci günümüzde… (Biri sizi severse siz de onu sevmeli misiniz?) Bir yudum daha içeyim, bu son.

Bana sahip oldun, her işime burnunu soktun. SAHİP olmak… Haaahhahhahahhahh! Ben de sana sahip oldum kahkahkahkah! Dur bir yol daha bakayım sahip olduğum sana, hah hah hah hah! (mevlutu bir atlatsam!) Gene mi devrildin, git öteye biraz, git haah şöyle, yanına uzanıcam şöyle otuz yıl olduğunca, otuz yıl bir odun denli uzandım yanına, na şuracığına. Yatağımızı bölüştük, gövdelerimizi paylaştık, ruhlarımızı bütünleştirdik, nah şuncacık yerde oldu bu işler, üç karışcık yerde hih hih hih! Hep günübirlik gelmişim de gidiverecekmişim sanıyordum oysaki ha bugün ha yarın derken otuz yıl… Otuz yıl seni ne yapacağımı bilemedim; “kocam” diyemedim sana hiç, fincanım, çiçeğim, bir sardunyam var görme nasıl açtı dedim mi hiç haa! Tüm kadınlar böyle konuşur, “kocam, erkeğim, aslanım!” Evlendin mi şiltene bir aslan sıçrayacaktır nasıl olsa, hahahahahahah!.. Durmadan seni aldatmayı kurmuşumdur… Denedim de birkaç kişiyle ama olmadı, olmadı işte yapamadım, sıyıramadım bir türlü olmuyor işte çıkaramıyorum… Bir kez Mehmet’in evinde nerdeyse olacaktı… Hah hah! Adamın arkası bana dönükken sıyırmaya başladım, belli etmeden ona hazırlandığımı, epeyi inmişti na şuralarıma değin, birden gördüm adam, patlatılmış Amerikan mısırları, Salem cıgaraları, buzlu viski bardakları arasında bir görüntü ben ki hep sinema; “bir sözünüz bana yeter” falan diyerek o çökerek dizlerimin dibine ilk iş ayakkabılarımı çıkarıp–artık iskarpindi onlar kara rugan–ama ben artık istemem anladığı için hazırlandığımı olmaz asla istemem ve asıl onunkini çıkarmasına dayanamam çıkarmadan da yapılamaz ki, beni bırakıp ayağa kalkıyor bir telâş, elinayağına dolanaraktan hızla çekip kemerini çekip atıp ardından ön düğmelerini… Aaaa! Deli mi ne, ne yapıyorsun öyle, bunun için gelmedim ben, bunu düşünmemiştim bile, ama olsun beni böyle bırakamazsın, yalvarırım yapma, hayır asla, ama ne oldu seni incitecek ne yaptım, hayır çünkü çok komik insan, istemiyorum hiç istemiyorum ama insan donunu çıkarıyor, fanilası da var ve ötekine muhtaç, oysa nasıl güzeldim yakıcı ve uzun kadınlığım, dopdolu ve bitimsiz ama bir kez gördün artık olmaz, bırak beni git, otuz yıl beklediğimce beklerim gene, temizim ben, kocamdan başkasıyla olmaz, otuz yıl tam bir başarısızlıkla dolu bir kadınlığım var, uyu hadi uyu, uyu üzmem seni kıskanıyorsun… Yalnız bilmeni isterim: her vakit gittiğim gibi dönmüşümdür sana, el değmemiş olarak ölmekte olduğuna göre saklanamayacağım artık denedim denemesine tam 12 kez seni aldatmayı denedim, senin varlığına karşın özgürlüğümü korumayı istedim, ne devriliyorsun gene, doğrul, kaçma, ne var bunda yani? Mutlak olan ne? Nedir bu ilişki? Birbirimizin nesi oluyoruz, hangi bağdır bu? Seninle değil de bir başkasıyla evlenmiş olabilirdim ve o kocayla seni aldatmış olacaktım? Öyle değil mi? Kimbilir şimdi, şimdi kimbilir hangi asıl kocalarımız ve karılarımızı aldatmış durumdayız? Dur anlatacağım hepsini, bir yudum daha… 1. Şu demin anlattığım Mehmet’le şu senin müsteşarın olan… 2. Lüks bir otel odasında Prenses Nurhan’ın sallabaş kocasıyla, hem odanın ortasında havuz biçimi pırıl pırıl yatak varken, öylece koydum adamı sana koştum, adamsa ardımdan ayıp yerini eliyle örterek ve sallanarak iplikleri etlerinin, bunu Nurhan’a ders olsun yaptım eşarpımı da unuttum onun dolabında; tanırsın onu… 3. Bir sandalda Kınalı açıklarında, buna hep hayıflanırım gök ölene kadar kalacaktı gözlerimde ama adamın iğrenç uzun kıvrık ayak tırnaklarına takıldım… 4. Bir Yahudi terzi’nin prova odasından geçilen ince uzun bir koridorun ucunda, hep uzun uzun öpüşmelerle dayanılmaz sanılan ama ben dayandım yarım saat öpüşmeye, kaçırmıştı zamanını o. 5. Bir asansörde–gözlerimizle, hiç tanımadığım o, beş kez inip çıktık sana geliyordum, hiç böyle güzel sevişen erkek bilmem. 6. Bir yılbaşı gecesi hani Türkân’larla geçirmiştik, arka odalardan birinde, o sizin yabancı uzman vardı hani Mister Hogart mıydı neydi… Eee ne devrildin gene, kıskandın mı yoksa… Haaa o işi Türkân ayarlamıştı sana çok kızardı bilirsin, benim aklımdan bile geçmezdi… 7. Bir içkievinde tezgâhın arkasında, zilzurnaydık yeteneksiz, inatçı ozanla. Dudağının kıyısına bir yemek parçası yapışmıştı öpemedim… Aaa! Kıskanıyorsun, kıskanıyorsun sen beni, söyleseydin ya ölmeden önce, “yapma, seni seviyorum kutsaldır ve dokunulmazdır evlilik, benden başkasıyla yapma öpeyim ayaklarının altını” deseydin ya! daha henüz körpeyken o ayaklar, demedin… Peki kalsın anlatmam, ölüm yatağındasın, birazdan öleceksin… Ama bil ki her birini ince taktiklerle atlatarak sana el değmemiş olarak, tabii bu asıl sana olan sevgimden değil yalan söyleyemem, kendime güvenme duygumu yitirmemek asıl, çünkü bir kez başladın mı artık sonu yok ve o adamca hemen eskitilebilirsin, oysa gidince kalınır elbette ellerimi dudaklarımı ve adam kötü niyetliyse ayaklarımı öptürdüğümü saymıyorum… ama sana bir genç kız olarak genç kızdan da daha beyaz dönmüşümdür, duygulu ve ince serçe parmağımı üfleyerek öpen sana, çünkü sen değersin ve yetersin sevdin beni, hep hoşgördün, çocukluğuma verdin, bağışladın. Senin kapanmalıyım ayaklarına, evet işte ölü dizlerine senin kapanıyorum… Ayyy! Dizlerim! dizim ayyy! battı, dizime battı, sinsi, sen sen yaptın gene, ne koydun yerlere, gülüyor bir de gülüyor! Kancık memur seni! Tanrı şu ölmüş de örtülmemiş memur parçasını ne vakit alacaksın başımdan! Ayy dizim kangren olur muyum? Otuz yılımı kokmuş yatağında nasıl da geçirdim, niye gitmedim Tanrım, niye gitmedim, çok pişmanım, çok çok çok pişmanım, şu elin adamını sonuna kadar niye bekledim, boğuluyorum boğuluyorum pişmanlıktan… Otuz yıldır pusu kurdun bana, delice oyunlarla oyaladın beni, bulaşık eldivenlerimin içini hamamböceği doldurdun, ayakkabılarımı gizli gizli güneşte kuruturdun, gül getirirdin koklasam kurt çıkardı içinden, suyuma tuz, yatağıma kum serperdin, beni kaybetmemek içinmiş, kaybetmemek biz tanıştığımızda bile kayıp değil miydik… Otuz yıl aşağılık müdürlerini, iğrenç yüksek tabakadan konuklarını bana ağırlattın, eşine dostuna bayram kartlarını bana yazdırttın, delerdi yorganı ayak tırnakların da ben iğreniyorum diye kesmezdin, saçlarını sirkelemeden sevişmezdin benimle, Mehmet’le de Hogart’la da sevişmemi hazırlayan sendin, yaptıramadın ama, yaptığımı sandırdım hep sana, yaptıramadın işte, sevişmedim senden başkasıyla sevişmeyeceğim işte! Ne istedin, neden sınayıp durdun hep budala, ben kötülesem sen güçlendin, sevinsem hastalandın, eğlensem ölmeye kalktın, seni aldatmalıydım, aldatmalıydım… (tabutunu en ucuzundan ısmarlayacağım, vefat ilanını bile vermeyeceğim gazeteye) Ağlıyorum ya ağlıyorum! Gebe kaldım da bir kez olsun “güzel gebem” dedin mi bana, “benim melek hamilem” ya da… “ikramiyeni aldığım gün aşk seyahatine çıkarım Türkân’ı da yanıma alırım o ayarlar işleri.) Dokuz ay o sözü bekledim: “bir tanecik temiz hamilem benim?” dedin mi ha, dedin mi? Ne olurdu deseydin, ne olurdu! Başkalarına benzemezmiş o! Ne olurdu yani benzesen, ne olurdu!.. “Bir tanecik temiz hamile!” Hıh! Biz neden her kişiler denli olamadık? Bak insanlara, biraz daha ölmede bak şu insanlara; bıkmadan usanmadan, birbirlerine gidip geliyorlar, eski konuştuklarını yeniden konuşuyorlar, yeniden çaya şeker koyup içilir, eller sıkılır “allahaısmarladık, bizde bekleriz, güle güle” “çocukların gözlerinden…” Ehh! Elinin körü ömür boyu, ama yaşamak budur işte, Türkân “her şey yaşanmalı” der, içicem işte! Bir yudum bile yok sana, içerek kutlayacağım ölümünü böyle… Öksür, istediğince öksür boğuluyormuşçasına kandıramazsın beni; öksürsen taş fırlatırsın gırtlağından, gülsen kum sağanağı, ölmene izin vermeyeceğim, gözlerinin önünde konuşa konuşa, yıllar süren konuşmalarla sevişeceğiz, çıkaracağım işte çıkaracağım böyle, senin sakladığın her sözü o söyleyecek bana, yıllarca uzun uzun… Kiminle mi?.. Kiminle mi!..

Yorumlar

Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz...
Yorumunuzda avatar çıkması için gravatara üye olmalısınız!