Anasayfa / Sinema / Klasik Filmler / Züğürt Ağa (1985, Nesli Çölgeçen)

Züğürt Ağa (1985, Nesli Çölgeçen)

Yavuz Turgul’un genel olarak senaryolarındaki ana tema; toplumsal ve kültürel değişime bütünüyle kendini kaptırmış itibar sahibi bireyler ile bütün saflığıyla değişime direnen ve bu direnişin sonuçlarına da katlanan bir güruhun çatışmaları üzerinedir.

1980 sonrası Türkiye’de neo-liberalizmin keşfiyle boyut atlayan, tükettikçe mutluyuz düsturuyla hareket eden Batı toplumunun refah sayılan (aslında sanılan) hayat profili; yaşayan ölü feodalizmle baş etmekten yorulmuş, kurtuluş ümidi arayan Doğu toplumuna köyden kente göçü bir zorunluluk haline getirmiştir. Züğürt Ağa işte bu kültürel kırılmanın başını ve sonunu güldürürken hüzünlendirerek anlatan, Yavuz Turgul’un değişmez tematiğinde ironik bir dram filmidir.

Babasından tevarüs eden yönetim sistemiyle ağalık sıfatını kazanan yeni ağa (Şener Şen) kendi tarzındaki soft hiyerarşisini sadece düzenlediği güreş müsabakaları ve sonrasında verdiği ziyafetlerle sürdürebilmektedir. Ağa, yaşanan kuraklık yüzünden tarımsal faaliyetlerin durmasıyla aynı zamanda büyük bir krizin de içerisindedir. Modern bir toprak reformu yapılsa bir dert yapılmasa bir dert olan dönemin siyasi atmosferi içerisinde bu kuraklık aslında dönüşen sosyo-kültürel ve ekonomik yapıya çarpık bir zemin teşkil edecektir. Filmdeki ağa karakteri Şener Şen’in daha önce canlandırdığı ağalar gibi faşistlikle beslenen (Kibar Feyzo’da ‘Faşo Ağa’ olarak nitelendirilmiştir.) kurnaz ve namus düşmanı tiplemelerinden ziyade gelenek ve göreneklerine bağlı, köylüsünün de kalkınması için uğraşan, acıma hissiyatına sahip, ruhunda asalet taşıyan bir adam; marabanın gözünde ise onların karınlarını doyurdukça anlamlı olabilen bir varlıktır.

Ağa’nın arkadaşı Abuzer de eski bir toprak sahibi, yeni bir benzin istasyonu işletmecisidir. Abuzer işini bilen, her yerde sırıtan kültür karmaşasıyla bile olsa kendini İstanbul’a kabul ettirebilmiş, kısacası oluşan yeni arabesk-modern toplumun simgesidir. Viski markalarında seçici davranır, pavyonlarda çiğ köfte yoğurtur, sahip oldukları herkes için daha çekicidir. Bizim Ağa’mız ise şanını şerefini bağladığı statükosunu bırakıp göç etmeye dirense de Abuzer’e olan borcu onu kendi deyimiyle ‘medeniyete yapacağı göçü’ düşünmeye gark ettirir.

Zerre kadar sevmediği şıhın elini öpmeyi bile göze alarak çıktığı yağmur duası, geleneksel ritüellerden umulan medetler de bir işe yaramayacak, toprak ne yazık ki Haraptar isminin hakkını verecektir.

Şıh güya cennetten bağışladığı yerlerin tapularını dağıtarak yaptığı din sömürüsüyle köylüyü kandırıp seçimlerde de kendi partisine oy toplar, Ağa’nın partisine çıkan tek oy kendisininkidir. Siyasi kazanımların ideolojiler üzerinden işlediği devir ve bu ideolojiyi köylüsüne empoze etme gücü de bitmiştir.

Başka bir köyde yaptığı hırsızlıklar yüzünden sürgün edilen ama aklına yolunu bulmayı koymuş olan Kekeş Salman (Erdal Özyağcılar) Ağa’nın merhametinden ve biraz da yanındaki kız kardeşi Kiraz’ın (Nilgün Nazlı) güzelliğinin Ağa’yı etkileyişinden faydalanarak Haraptar’a sığınır. Ağa Kiraz’a karşı hisler beslemeye başlasa da onu elde etmeyi aklından geçirmez, sahiplenir, koruyup kollar.

Ağa’nın babası Abdo Ağa (Bahri Selimhocaoğlu) ise başlık parası karşılığında Kiraz’ı kendisine eş olarak alır. Bu pazarlık yapılırken Kiraz’ın koyunlarla aynı ahırda bekliyor olması, kaderine razı gelip gerdeğe girişi, Abdo Ağa’nın o geceki ölümünden sonra linç edilişi Kiraz’ı filmin içinde Ağa’dan sonraki en çaresiz kalan figür yapıyor. Abisinin Kiraz’ı tekrar satmak istemesi, geri almak için uğraşıları, Ağa’nın eşi Zana’nın (Füsun Demirel) İstanbul’da başlık parası karşılığı onun meta konumundaki hayatının yeniden harcanabilirliği ile kurduğu kurtuluş ümitlerinin hepsi kadının ataerkil yapıda işin içinde töre de varsa nasıl çaresizce savrulduğunun göstergesidir.

Kekeş Salman kurduğu plana alet ettiği marabayla beraber ambarda kalan son mahsulü de çaldığında hem onlar hem de Ağa ve ailesi için şehirli olmanın temelleri atılır. Baraj yapılarak değerleneceği sonradan öğrenilen topraklar yok pahasına elden çıkmıştır. Ağa ‘kısmet bu’ diyerek çöküşünü kabullenmeyi öğrenecektir.

İstanbul’daki işçi kahvelerinde vakit öldüren, gecekondululaşma içinde kalıp sınıf farkının başka çeşitlerini tadan maraba içinse Ağa; artık ikram ettiği sigaradan korkmadan alınabilecek, eşyaları parasıyla taşınacak sıradan birisidir.

Bu yeni medeniyet dönüşümünde Ağa’nın ilk etapta açtığı market sadece eldeki sermayeyle yürütülecek bir iş değildir. Müşteri ilişkilerindeki pratiklik, yazarkasayı kullanmak gibi ekonomik küreselleşmenin getirilerinden bihaber Ağa ve Mahmut Kahyâ (Can Kolukısa) iflas kavramını da öğrenecek, büyük şehirde var olma mücadelesi verirken son güçlerine kadar başka girişimlerde de bulunacaklardır.

Bir kamyon kasasında domates satmak, seyyar satıcılık gibi deneyimler karşısında ise çağdaş devletin koyduğu kurallarla tanışacaklar, yavaş yavaş sefalete dönüşen hayatları yol ayrımına gelecektir. Ağa tabakasını ve kehribar tespihini hizmetine karşılık vererek Kahyâ’yı azat eder. O ne iş olsa yapar belki ama Ağa yapamaz, kamburu haline gelmiş ağalık kimliğinden sıyrılışında yalnız olmalıdır, çünkü bu şehirde niteliksiz biri olduğu gerçeğini sindirmek en yakınındaki adamının gözü önünde küçük düşürücüdür. Salman’ın zengin olup Ağa’ya yanında çalışmasını teklif etmesi ise filmin esas söylemi içerisinde değişen rolleri kara mizah halinde sunar.

Trajikomik bir şekilde son parasını da camide çaldıran Ağa intihara kalkıştığında bunu da beceremez. Satılacak eşya kalmamış, eşi de vefasızlığını gösterip kendisini terk etmiş, geriye dört duvar, yaşlı annesi, Kiraz ve ağalığın son statü göstergesi olan eski ihtişamlı günlerden yadigâr çizmeleri kalmıştır. Herhangi bir zanaat sahibi olmayan Ağa, yapmayı bildiği tek şey olan çiğ köftenin malzemeleri için çizmelerini satıp terlikle kaldığında ise yüzündeki mağrur duruş yerini utanca ve öfkeye bırakır. Kiraz’ın ‘senin insanlığın yeter’ dediği Ağa, insanlığını ayakta tutan bütün umutlarının ve erdemlerin sonunda meyhane masalarında çiğ köfte satar olmuştur. Tepsisine vura vura geçtiği sokaklarda artık Ağa züğürtlüğünü kabullenmiş ve mutludur.

Hülya Ayazoğlu

[email protected]

Yazarın diğer yazıları.

Füsun Demirel köy ağası Züğürt Ağa (1985)

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Dressed to Kill (1980, Brian De Palma)

Alfred Hitchcock’un ve filmlerinin Hollywood’u hatta dünya sinemasını nasıl etkilediği malum. O etkilenmeden en çok ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir