SanatLog-Cem Şancı Söyleşisi

ile bir röportaj yaptık. Aşağıda tam metni bulabilir; hatta okuyup dünyasına adım atabilirsiniz…

Dikkat! Ezberlerine körü körüne bağlı, kuralları yıkmaktan aciz ve özgürleşmekten korkan insanların canını yakacak bu metni okumamaları sitemiz adına rica olunur.

SanatLog: Bir Masal İster romanı gerçek bir hikaye üzerine kurgulanmış. Öyküde sizi etkileyen ve onu kurgulamaya götüren neden nedir?

Cem Şancı: Öyküyü ilk duyduğumda kahramanlarının yaşama karşı duruşları beni etkilemişti. Uzun zamandır aradığım, örnek gösterilecek ve yaşamdan tüm beklentilerin bittiği, artık kimseye bir borcunuzun kalmadığı noktada yaşanacak aşkın, nasıl yorumlanacağını gösteren çok güzel bir örnekti. Yıllardır romanlarımda anlatmaya çalıştığım, toplumun, kuralların, geleneklerin, komşuların, çevrenin etkisi ilişkiden atıldığında ortaya çıkacak gerçek aşktır ve bugün bizim alıştığımız, tanımladığımız aşktan çok farklıdır, söylemini ispatlayan bir öyküydü. Üstelik yaşanmıştı.

SanatLog: Kitabınızın genelinde kuralları, ezberleri, dikteleri yıkan ve hayatı daha umursamaz yaşayan karakterler göze çarpıyor. En büyük argümanları ise hayatı ciddiye alıp küçük hesaplar peşinde koşarak geleceğini daha sağlama almaya çalışırken hiçbir zaman o sağlama alınmış mutlu ve huzurlu geleceğe ulaşılamayacak olması üzerine sözleridir. Toplumsal hayatta yaşanan huzursuzluk ve memnuniyetsizlik ortamının bununla ilgisi olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Cem Şancı: insanlara küçük yaşlardan itibaren belli hedefler koyuyor. Beynine kazıyor bunları. Haliyle, bireyler yetişkinliğe gençliğinde hala bu travmanın etkisinde, aklına kazınmış görevleri yerine getirmek için çabalayıp duruyor. Çok az insan, aslında ulaşmaya çalıştığı hedeflerin onun arzusu olmadığını, annesinin, babasının, komşuların, çevrenin ondan istediklerini yerine getirmek için kıçını yırttığının farkına varabiliyor. Aşk bile bu ezberlerle yaşanıyor. Kız çocuklarına, evlilik yaşına gelince hemen bir koca bulması gerektiği, gösterişli bir düğüne kocasını çevreye gösterip, bir prenses edasıyla salına salına nikah defterine imza atması gerektiği ve kocası ona kraliçeler gibi bakarken, kocasının rahmine bıraktığı çocuklarını büyütmesi gerektiği anlatılıyor. çocuklarına da kızların arzularına hizmet etmeleri, kız erkeğin soyunu devam ettirecek çocuklar için rahmini açmışken, erkeğin de kızın her ihtiyacını yerine getirip, onun etrafında pervane olması gerektiği anlatılıyor. Ve zaten sorgulama yetisinden yoksun bırakılan bu gerizekalı çocuklar tüm hayatları boyunca beyinlerine kazınan bu hedefler için kendilerini paralıyor. Şimdi, bir yandan baktığınızda, aslında istenen şeyler mantıksız değil. İnsanoğlunun yok olmaması için her jenerasyonun çocuk doğurması ve çoğalması lazım. Eğer sadece bir jenerasyon üremeyi reddederse insanlık evrenden silinir. Doğum gibi zor ve kırılgan bir süreci sağlıklı biçimde başarmak için de çocukların beyinlerine kazınan bu ezberler aslında insanoğlunun menfaatine. Ama bunu, insanları beyni yıkanmış, mutsuz robotlara dönüştürerek yapmak yerine, aynı zamanda mutluluğu, doyumu, mantığı yücelterek sağlamak da mümkün. Eğitimli, sorgulama yetisine sahip, yüksek bilinç düzeyine sahip bireyler yetiştirmeye dayalı bu sistemi ise, dünya lordlarının istemediğini düşünüyorum; zira herkesin yüksek bilinç düzeyine sahip olduğu bir gezegende, emeği sömürülecek enayi bulunamazdı. O yüzden, günümüzde aşkın, dünya lordlarına enayi yetiştirmek için kullanıldığını, tüm evlilik saçmalıklarının, salakça, mantıksızca kuralların, kıskançlıkların, patır patır doğurulan çocukların, çalıştıracak köpeğe ihtiyaç duyan lordlarımızın arzusu olduğuna inanıyorum. İnsanları eğitmeyip de sadece üreyin diye çalışan bir sistemin başka bir açıklamasını bulamıyorum.

SanatLog: Romanınızda masalların gerçek olabileceği üzerinde durmuşsunuz. Bu tanımla hiçbir şeyin imkansız olmadığını vurgulamışsınız. Fakat bu imkansızlıkları aşmamamız için bazı engellerden de bahsediyorsunuz. Peki, bu engeller, kurallar, normlar, dikteler mi yoksa kendi önyargılarımız mı?

Cem Şancı: İnsanoğlunun kulaktan kulağa yaşattığı masallar, aslında yasak olan düşüncelerin, yaşamların insanların zihnindeki yansımalarıdır. Yani, bir topluma nasıl yaşayacakları ve nasıl davranacaklarına dair kurallar getirir ve bunun dışına çıkanları yok etmekle, toplum dışına itmekle tehdit edip, bugün olduğu gibi, belli kalıplarla yaşamaya izin verirseniz, eğitilmemiş de olsa insan zihni, mantığın sesinin ona fısıldadığını duyacaktır ve konuşmaya, karşı çıkmaya korksa bile o mantık sesinin fısıldadıklarını içinde barındıran masallar üretecektir. Haliyle, gerçekten uzak, farazi hayal ürünleri sandığımız masallar aslında, bastırılmış, ezilmiş insanoğlunun zekasının isyan sesidir. Gerçek olamayacak kadar hayal ürünü, uydurma gibi görünürler; çünkü içinde yaşadığımız gerçek, masallardaki hayatı yasaklamıştır. Bize gerçek olması mümkün görünmez. Oysa, etrafımızı saran kuralları, gelenekleri, normları üstümüzden atabilsek, masalları pekala gerçek kılarız.

Cem Şancı

SanatLog: Kitabınızın bir de aşk ekseninde döndüğünü ve klasik aşk cümlelerini yakıp yıktığını görüyoruz. Aşkın somutlaştırılması üzerine bir itirazınızın olduğu ve bedensel aşkın varlığına inanamadığınızı söylediğiniz satırları okuduk. Çevremizdeki bütün insanların ağızlarından düşürmedikleri, atıp tuttukları aşk hakkında neler söylemek istersiniz?

Cem Şancı: Yalan olduğunu söylerim. Çiftler bir yandan birbirine, hayatın anlamını diğerinde bulduklarını, gönül ve zihin köprüsüyle birbirlerine bağlandıklarını, maddenin ve dünyanın, varlığın da ötesinde ruhani bir bağ kurduklarını dile getirirken öte yandan, birbirlerini başka bedenlere dokunma kavramı üzerinden yargılayabiliyorlarsa, o söylenenler yalandır. Bu kadar basit. Eğer sevdiğiniz insanın bedenine başka birinin dokunması sizi çileden çıkarıp, kapıyı camı indirtiyor, cinayet işleyecek veya ondan vazgeçecek kadar kudurmanıza neden oluyorsa, sizin için o, bir et parçası demektir. Onun bedenini kendinize tapulanmış bir ev, araba gibi görüyorsunuzdur ve başkası ona dokunduğunda hanenize tecavüz edilmiş, otomobiliniz çalınmış gibi sinir krizi geçiriyorsunuzdur. Oysa sevdiğiniz kişi bir insandır ve çok karışık, kompleks bir kimyasal, duygusal, düşünsel mekanizmaları vardır. Bir insanı, o mekanizmalar şekillendirir ve siz aslında o mekanizmaya aşık olursunuz.
Şimdilik insanoğlunun bilinç düzeyi, bir insanı malı yapmadan aşık olmayı anlayacak seviyede değil ama mantık burada devreye giriyor ve her geçen gün bu vahşi sahip olma dürtüsünün, beden tapulamacılığın önüne geçiyor. Yüz yıl önce bir erkeğin, bir kadının tenine dokunması bile tabuyken ve sırf bu yüzden kocası, eşini boşayabilirken, bugün mesela kadınlara erkek masörler tarafından masaj yapılması tüm dünyada çok olağan bir hadise. Demek bir erkeğin, eşinizin, sevgilinizin, sırtına, omuzlarına, bacaklarına dokunması öyle ölümcül bir olay değilmiş? Şimdi, yüz sene önceki insanları çağırıp karşımıza alalım ve onlara şu soruyu soralım? Ne oldu? Ortalığın ağzına sıçtınız, dünyanın ebesini siktiniz, kadınları, erkekleri birbirine dokunmaktan korkan salaklara çevirdiniz de ne oldu? Bak, erkek ve kadın birbirine dokunuyor, masaj yapıyor ve dünya yıkılmıyor. Ne oldu?
Haliyle yüz yıl sonra da, o zamanın insanları dönüp bize bakacak, aşkı bedensel sadakatla tanımlayan salaklar olduğumuzu düşünüp, bize götleriyle gülecekler.

SanatLog: Kitabın en dikkat çeken karakterlerinden biri de Bilge. Bilge karakteriyle bir toplumsal eleştiri yapmışsınız. Bizleri okurken Chuck Palahniuk tarzı bir sorgulamaya götürdü diyebilirim. Gerçekten sosyal düzende zenginlerin çirkin ve kirli bir hayatı olduğunu aksine daha fakir insanların insanlık ideasından daha fazla pay aldığını söylemek mümkün mü?

Cem Şancı: Vahşi bir dünyada, herkesin paranın peşinde olduğu bir dünyada, elinde parası olan birinin bunu elinde tutabilmesi kolay değil. En basit örnekle, cebinizde parayla karanlık bir sokağa girerseniz, biri gelip kafanıza vurup paranızı alır. Modern dünyanın tüm mekanizmaları da, onu kuran lordlar tarafından, elinizdeki değerli maddeleri hatta emeğinizi almak, bir şekilde kendilerine mal etmek üzerine kurulu. Haliyle, zengin olmak, o değerleri elinizde tutabilme becerisini de gerektiriyor. Bir bankaysanız, kasanızdaki parayı korumak için silahlı korumalar tutmak zorundasınız. Zengin bir işadamıysanız, mal varlığınızı korumak için sinsice düşünmek zorundasınız. Öte yandan, fakirseniz de, size kuruş vermemek ama elinizdekileri almak üzerine kurulu bir düzende hayatta kalmak için o düzenin kuralları dışına çıkmak zorundasınızdır çünkü o kurallarda fakir insanı rahata ve refaha kavuşturmak için bir düzenleme yoktur. Buna kısaca sosyal adaletsizlik diyoruz ve sosyal adaletsizliğin olduğu bir toplumda, Bilge’ler de çıkar, Dövüş Kulüpleri de.

SanatLog: aslında dünyasında bir ilke de imza attı diyebiliriz. Benim Çokluortam Sanat Eseri dediğim yeni bir tür edebi eser yarattınız. Müziklerle bezenmiş bir , sinema filmi çekilecek bir öykü ve bir web adresi olan bir eser. Sayfalarda linkler paylaşıp insanları olayların atmosferine çekmeyi başaran yaratıcı bir hamle gördük. Peki, böyle bir eser yaratma fikrine nasıl kapıldınız?

Cem Şancı

Cem Şancı: Dijital çağın artık bu tür eserlerin ortaya çıkmasına imkan verdiğini gördüm. Uzun zamandır bunun gibi bir iş için fırsat kolluyordum ama yıllar önce ne youtube vardı, ne müzik, video paylaşımı gibi imkanlar mevcuttu. Aslında, bu kağıda basılı roman da tam olarak istediğim sonuç değil. Elektronik kağıda basılı, kullanıcıların ekranın üzerindeki linklere basıp doğrudan ilgili web sayfalarına gidebileceği, metinde bahsi geçen melodileri dinleyebileceği, kendi müziğine, video öğelerine sahip romanlar hayal ediyorum ama onun için de henüz vakit var. , bu haliyle, yakın gelecekti roman deneyiminin küçük bir denemesi oldu.

SanatLog: Romanın bir de doğum öyküsünü kaleme aldınız. Doğum anını okuyucuyla paylaşmak, üslubunuz, müzikler, bir sinema filmi ve bir web sitesiyle birlikte roman, okuyucuyu dört yanından kuşatıyor. Roman sanki biz okuyucularla birlikte yazılmış gibi oluyor ve olayların gerçek dünyada izdüşümleri varmış hissine kapılıyoruz. Romanda Bilge Karakterinin “(…) çöpe atacağın şeyleri değil de, işine yarayan bir şeyini paylaşır mıydın?” diye bir cümlesi var. Sizin de bütün bu çokluortam desteği ve doğum öyküsüyle yapmaya çalıştığınız şey romanı okuyucuyla “paylaşmak” mıdır?

Cem Şancı: Elbette, tüm o detaylar çöpe atılacak detaylar değil, aylar süren bir çalışmanın, çabaların sonucunda ortaya çıkmış anılardı. Kitap güncesi yayınlamak aslında çok yazarın hayalidir ama çoğu kez başarılamaz, zira romancı ya çok yorulmuştur ya da çevresindeki dangalak yayıncıları, akıl danışmanları, okura bu kadar çok sır vermenin ve fil dişi kulesinden inmesinin karizmasını sarsacağını söyler. Sonuçta yazar da kitap güncesinden vazgeçer. Fakat tüm bu yayıncılık klişeleri benim için anlamsız olduğundan ve okurunda uzak, fil dişi kulesinde yaşayan yazar imgesinin büyük bir yalan olduğunu bildiğimden, yazarların hayatın içinden beslenen, yaşayan, toplum içine karışan insanlar olması gerektiğine inandığımdan, bir roman güncesi yayınlamamın önüne kimse geçemedi.

SanatLog: Kitabınızda internet dünyasının ünlü sözlük yazarlarından Author karşımıza çıkıyor. Bugüne kadar kitaplarınızda başkarakteri sizle ilişkilendirip o hep eleştirdiğiniz kurguyla gerçeği ayıramayan insanlara yine kurgu olan ama söylemleri sizinkilere daha çok benzeyen Author karakterini öyküye ekleyerek mi bir cevap vermek istediniz?

Cem Şancı: Author, on sene önce aklımdaki fikirleri, olgunlaşmamış kurguları daha sonra istediğim yerden ulaşabileceğim gibi online olarak sözlük mecrasına kaydederken ortaya çıkan bir karakter. Ben müsveddelerimi sözlüğe kaydederken, o sıralar değil popüler olmak, kimsenin ne olduğunu bile bilmediği sözlükte beni takip eden okurlarım oluşmuş. Bu insanların tepkileri, cevapları, karşılıkları ile interaktif bir online roman karakteri doğdu ve on sene içinde gelişti. Yeri geldi parmaklarımın pasını atmak için kullandığım bir karaktere dönüştü. Ama sonuçta bugün savunduğu değerler benim de hayat felsefemin özünü oluşturuyor. Haliyle, onu artık sanal mecralardan çıkarıp, kağıda geçirerek ölümsüzleştirme fikri çok da hoşuma gitti. Merak edenler, Author’un kimliği, karakteri hakkında ipuçlarını romanın sayfaları arasında bulabilir.

Söyleşiyi Gerçekleştiren:

colakserhat@hotmail.com

PAYLAŞ

15 Yorum

  1. tüm söyleyişi dikkatle okudum. henüz romanı değil.
    çok etkilendiğimi söylemeliyim.
    merak ediyorum…
    tüm bunları farkeden insanın, yalnızlığını, karşılık bulamayışlığını, eksiltilmişliğini hatta yokedilmişliğini, bitimsiz açlığını, umutsuzluğunu, samimi şefkatini anlatıyor musunuz?
    acaba her sistem kendi masallarını, zaaflarını, zayıflıklarını mı yaratıyor? yaşayıp görücez ya da bir varmış hiç yokmuşuz diyeceğiz.
    romanınızı okuycam. belki burada tekrar görüşürüz.
    şimdilik hoşçakalın…

  2. Güzel söyleşi olmuş. Cem Şancı bu kez epey ciddi görönüyor :D

  3. Dile getirilenlerde herhangi bir yenilik göremedim, hepsi daha önce farklı kişilerce seslendirildi, yazıldı, çizildi… Feodal gelenekten gelen bir toplumda daha ne bekleniyor ki? Ama sosyete barlarında birbirine dokunan, masaj yapan çok insan görülecektir…

  4. cem şancı ne la?

  5. “Eğer sevdiğiniz insanın bedenine başka birinin dokunması sizi çileden çıkarıp, kapıyı camı indirtiyor, cinayet işleyecek veya ondan vazgeçecek kadar kudurmanıza neden oluyorsa, sizin için o, bir et parçası demektir. Onun bedenini kendinize tapulanmış bir ev, araba gibi görüyorsunuzdur ve başkası ona dokunduğunda hanenize tecavüz edilmiş, otomobiliniz çalınmış gibi sinir krizi geçiriyorsunuzdur. Oysa sevdiğiniz kişi bir insandır ve çok karışık, kompleks bir kimyasal, duygusal, düşünsel mekanizmaları vardır. Bir insanı, o mekanizmalar şekillendirir ve siz aslında o mekanizmaya aşık olursunuz.”

    Bu anlatılanların kahramanları üniversite okumuş insanlar da olabiliyor… Herkesin aynaya bakmaya ihtiyacı var.

  6. şancı bey dediklerinizin hiçbirine katılmıyorum. şöyle örnek veriyim: siz bir masör olsaydınız ve benim karıma dokunsaydınız sizi unufak ederdim. böyle düşünen çok insan var, o yüzden aklınızı başınıza devşirin, yoksa osmanlı’nın bir zamanlar başarıyla uyguladığı devşirme sistemini sizin üzerinizde itina ile uygularım ve sizi bir güzel devşiririm.

  7. Dobra konuşmuşsun Cem, helal sana!

  8. Yakın bir geçmişte, “SanatLog sansür uyguluyor!” gibi bir eleştiriye maruz kalmıştık. Elbette sözel olarak dilden dile dolaşmıştı bu. Bazı arkadaşlarım bana iletmişlerdi durumu… Moderatör arkadaşlarım hangi yorumları siliyor veya yayımlamıyorlar, bilemiyorum; ama görevleri bu olduğu için onlara sorma ihtiyacı hissetmiyorum. Bu demek değildir ki burada diktatörlük rejimi hüküm sürüyor… Saygı çerçevesinde yapılan her yorumu yayımlıyoruz. Mesela az önce üç-beş yorumu bizzat kendim sansürledim. Buna gerek var mı? Maalesef var. Kimseye ahlak dersi verecek değilim ama bazı okuyucuların daha dikkatli olmaları gerektiğine inanıyorum. Sanat mı konuşacağız, küfür mü edeceğiz? Neden olumlu-olumsuz yargılarımızı, beğeni kriterlerimizi ortajen argo imalatına yüz vererek ifade etme gereği duyuyoruz ki? Her şeyi sevmek zorunda değiliz elbet; ama kimsenin küfür terminolojisini bu sütunlarda pratize etmesini istemiyoruz. Daha önce 10 röportaj daha yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Kitlesel anlamda sanata, sanatçıya ve okuyuculara katkı sağladığımıza inanıyoruz. Ve bu siteyi değerli yazarlar-şairler-araştırmacılar-ressamlar-müzisyenler takip ediyor… Lütfen abuk sabuk yorumlar yazmayalım… Yoksa burası çoluk-çocuklu bir forum sitesine dönüşecek…

    Bu açıdan, bu röportaja gelen çeşitli yorumlar da rafa kaldırılmıştır, bilginize… Kimi yorumları da öylece bıraktım ki ne söylediğim daha net anlaşılabilsin diye!

    Böylece araya girmek zorunda kaldım; söylediklerimin röportajla ve ilgili kişilerle hiçbir alakası yoktur.

    Herkese selamlar…

  9. Müzikli romanı icat ettik:

    http://www.chip.com.tr/blog/cemsanci/muzikli-romani-icat-ettik_4051.html

  10. Teşekkürler Sanatlog!

  11. Yorumlarını sildiğimiz okuyucular, üslupları açısından sözlük deryasına ait oldukları izlenimi uyandırdı bizde. Yanılmış da olabiliriz ama internet dünyasında küfrün, hakaretin, gereksizliğin yüzde doksanı sözlüklerde olup bitiyor. Gerçekten üzüntü verici bir durum. Acaba bir kitap yazmak bir yazarın kaç yılını alıyor biliyorlar mı? Sözlüklere ve burdaki yorum bölümlerine yazıp kaçmak kolay tabi.

  12. Çok teşekkürler, çok sağolun, oldukça güzel bir site ve emekler boşa gitmemiş. Çok teşekkür ediyoruz emekleriniz için, emeğe saygı. Siz de web sitemizi ziyaret etmek, Komik Fıkralar Okumak istiyorsanız adresimiz: http://www.fikrablog.com , iyi günler dileriz.

  13. keyifli bir söyleşi olmuş..

  14. demiştim, okuyacağımı söylemiştim.
    bir solukta, kendimi de bulduğum romanınızı okudum.
    yıllardır anlatmaya çalıştığınız hayata; kısa ve anlaşılır olması için ben, ”borçsuz yaşam” demek istiyorum.
    dolayısiyle, bu hayatın içinde oluşan alacaksız, borçsuz aşkın ölümle noktalanması kolaya kaçılmış olmadı mı şimdi?
    yaşanmışlığı etkiyse eğer hayatın ve aidiyetin bir yalan olduğu gerçekliğiniz -gerçekliğimiz- için daha keskin kurgulasaydınız. bende, imkansızlıkların, yalnız isyanında kendime cevaplar bulabilseydim.
    ya kimse masallara inanmıyor ya da ben kurgular ve gerçekler arasında kalmış bir insan namzetiyim.
    teşekkür ederim, sevgilerimle

  15. Hoş bir sohbet olmuş, kitabı okuma isteği yarattı bende. Ayrıca Serhat hocam çok iyi sorular sormuş. Yazarımız verdiği cevaplarla, anladığım kadarıyla ataerkil sistemi (patriarchal society, system) eleştirilmiş ve yer yer masallara göndermeler yapmış. Bu konuda yazarımıza katılıyorum. Toplumun yaptırımları ve bunlara uymayanların toplumdan dışlanması, topluma ayak uyduramaması gibi sorunlar yaratıyor ve tabii masallar hakkında söylenecek o kadar şey var ki aklıma Kate Atkinson - Human Croquet romanı geldi. Tam da bu konuyla ilgili… En kısa zamanda kaleme alıp burada paylaşacağım.

    Teşekkürler . . .

Yorum bırakın