Anasayfa / Müzik / Alternatif Rock / Fugazi: Müziğin Politikası ve Politikanın Müziği

Fugazi: Müziğin Politikası ve Politikanın Müziği

Çoğu müzikseverin aşina olmadığı fakat punk dinleyicisinin yakından bildiği, efsane tanımlamasının abartı kaçmayacağı türden bir grup Fugazi. Gördükleri saygıyı hak etmelerini sağlayansa on altı yıllık aktif kariyerlerinde yayımladıkları birbirinden iyi altı albüm olduğu kadar, politik tavırları ve çalışma etikleriyle müzik sektöründe çığır açmış, benzersiz bir duruş sergilemiş olmaları.

Minor Threat ve Rites of Spring gibi önemli hardcore punk gruplarının küllerinden doğan, Washington DC merkezli Fugazi, türü artık kalıplaşmış daha hızlı/daha gürültülü/daha sert mantığından tamamen arındırarak ama punk özünü değiştirmeden, sanatsal ve deneysel bir yaklaşımla buluşturdu. Post-hardcore’dan indie rock’a birçok alternatif rock türünün öncüleri arasında yer alan ve her albümünde daha da gelişen grup, bu başarılarına rağmen müziklerinden önce politik tavırlarıyla anılıyor; üstelik asla kendileri için siyasi etiketler kullanmadıkları, hatta bir kendilerini tanımlama çabasına girmedikleri, girmeyi reddettikleri halde. Fugazi’nin farklılığı ve dikkat çekiciliği de zaten buradan kaynaklanıyor; ana akım müzik endüstrisini, müziğin sömürü ve şiddet aracı haline gelmesini, belli bir toplumsal kesimin eline geçmesini yalnızca söylemleriyle değil müziklerini üretme, yayma ve pazarlama yöntemleriyle ve hayat tarzlarıyla birlikte bir bütün halinde reddediyorlar.

“Kendin yap” felsefesi daima punk müziğin temelinde olmuştu, Fugazi sadece bunu benimsemekle yetinmeyip bir adım daha ileri götürerek etik ve sosyal adalet kavramlarıyla da birleştirdi: “Doğru olanı yap.” Albümler, solist ve gitaristleri Ian Mackaye’in kurduğu ve idare ettiği, Washington DC çıkışlı rock grupları üzerine yoğunlaşan bağımsız plak şirketi Dischord tarafından yayımlandı; üzerlerinde “bu albüm için 10 dolardan fazla ödemeyin” etiketleriyle birlikte. Konser biletleri genellikle 5 dolardı, fiyat konser verilen alana göre değişebiliyor, en fazla on dolar oluyordu. On sekiz yaş altı dinleyiciyi kapıda bırakmamak adına, alkol satışı yapan, dolayısıyla yaş sınırı bulunan mekânlarda çalmıyorlardı. Popüler dergiler yerine fanzinlere röportaj veriyorlardı. En meşhur oldukları dönemlerde bile ticari müzik festivallerinin ve büyük plak şirketlerinin tekliflerini reddettiler: ki bunların arasında Atlantic Records sahibi Ahmet Ertegün’ün “10 milyon dolar ve başka ne isterseniz” vaadi de vardı. Asla menajerleri olmadı. Müziğin kendisi hariç hiçbir ticari ürün, ne video klip ne de tişört, üretmediler ve satmadılar. Bu müziğin metalaştırılmasına bir tepki olduğu kadar da, masrafları azaltarak bilet ve albüm fiyatlarını düşük tutma ve ulaşılabilirliği sağlama amaçlı, pragmatik bir tercihti. Müzik yazarı Michael Azerrad’ın dediği gibi, “Eğer Henry David Thoreau bir rock grubu kursaydı, bu Fugazi olurdu.”

Öte yandan düşük bilet fiyatları, grubun müziğini veya politik görüşlerini umursamayan ama boş zamanı ve cebinde beş doları olduğu için konsere gelmeyi tercih eden bir seyirci kitlesinin varlığı anlamına da geliyordu. Grubun erişilebilirlik ve kontrol takıntılarının çarpışmasından ortaya çıkan tuhaf etkileşim, Fugazi mitolojisinin hem olumlu hem olumsuz, en çok eleştirilen öğesi oldu: grup, konser alanında kavgalara ve stage diving, moshing, slam dancing gibi şiddet içerikli danslara, fiziksel zarara yol açma olasılığından dolayı izin vermiyordu. Böyle bir durum olduğunda, grup çalmayı kesip çevresine zarar veren seyirciyi sözlü şekilde uyarıyor, sorun devam ederse kişi dışarı alınıyordu, bilet ücreti bir zarf içinde iade edilerek. Bu uygulama, punk konserlerini şiddet içeriği nedeniyle seven, adeta bir stres atma yöntemi, spor faaliyeti gibi gören ve çoğunlukla genç erkeklerden oluşan bir kitlenin tepkisini çekerken, konsere kavga etmek için değil müzik dinlemek için gelenler için çok cazipti; özellikle kadın dinleyiciler ve küçük yaştaki dinleyiciler rock camiasında nadiren bulabildikleri güvenli bir ortama sahip olmuşlardı. ABD’nin tüm eyaletlerinde ve onlarca ülkede 1000’den fazla konser veren grup, bu aktifliğini biraz da alışılmış mekânların dışına sıklıkla çıkmasına borçluydu: okullar, kiliseler, halkevleri, spor salonları, hapishaneler ve Fugazi’yi 1987-1996 arası süreçte izleyen Instrument adlı belgesel filmde görülebildiği üzere, bir Körfez Savaşı protestosu esnasında Beyaz Saray’ın önündeki Lafayette Parkı.

Hiç şüphesiz politik bir grup Fugazi, ama onları sadece bu yönden inceleyip müziklerine fazla değinmemek, diskografisinde “kötü” albüm bulundurmamak gibi müzik tarihinde nadir rastlanan bir özelliğe sahip ve kendilerinden sonra gelen yüzlerce sanatçıya ilham kaynağı olmuş, kült bir topluluğa sıkça yapılan bir haksızlık.

Fugazi’nin aynı adlı ilk EP’si Haziran 1988’de yayımlandı. İlk şarkı Waiting Room, grubun kendine has tarzını daha kariyerlerinin en başında ortaya koyar: artık ikonik kabul edilen, akılda kalıcı bir bas yürüyüşüyle açılır EP, üzerine basit ama dinamik bir gitar riff’i eklenir ve şarkı bir anda durur. Burada gelen beş saniyelik sessizlik; Fugazi öncesi hardcore gruplarının asla hız kesmeyen, paldır küldür başlayıp biten şarkılarına alışmış dinleyiciyi şok etmek için yerleştirilmiş gibidir. Kesintinin ardından davulların ve adeta bir marş havasındaki vokallerin girişiyle, yeni bir müzik türünün doğuşuna şahit oluruz. Waiting Room komplike bir parça değildir, ama o kadar enerjik, enerjisi o kadar dengeli ve pozitiftir ki dinleyici üzerinde çarpıcı bir etki yapar. Fugazi, sonraki albümlerinde müziğini sürekli geliştirecek ve yaratıcı dinamizmlerini asla kaybetmeden, enstrümantal kabiliyetlerini çok iyi kullanarak teknik anlamda hayranlık uyandırıcı ve orijinal işlerden oluşan bir diskografi yaratacaktır kendine. “Bir grup ancak davulcusu kadar iyidir” deyişini kanıtlarcasına, Fugazi de ritim bölümünün sağlamlığıyla öne çıkar. Davulcu Brendan Canty ve basçı Joe Lally’nin funk, caz ve reggae esintili ritimleri, müziklerinin temel taşını oluşturur. Yeni yeni popülerlik kazanmaya başlayan hip hop’ın “call and response” tekniğinden ilham alarak ilginç bir vokal dengesi kuran grubun ilk iki EP’lerinde tek gitarist Ian Mackaye’dir; ilk albümleri Repeater’la birlikte vokalist Guy Picciotto’nun da gitar çalmaya başlaması müziklerini oldukça değiştirir. Alışılmış solo gitar-ritim gitar ayrımı yerine; biri daha yoğun ve sert, öbürüyse onu delercesine tiz ve keskin olmak üzere farklı tonlarda, iç içe geçerek birbirine kenetlenen ve kontrasta dayalı bir sound oluşturan çift gitar kullanımıyla özgün bir tarz yaratırlar.

Repeater, bağımsız şirketleri Dischord etiketiyle 1990 yılında piyasaya sürüldüğünde olumlu eleştirilere rağmen kayda değer bir ticari başarı elde edemedi. Fakat grup, Mart 1990 ile Haziran 1991 arasında verdikleri 250 konserde, bol doğaçlamalı sahne performansları ve tabi ki ucuz bilet fiyatları sayesinde, 1000 kişiye varan kalabalıklara çalmaya başlamıştı. 1991 yazına gelindiğinde albüm 300 bin adet satmıştı, günümüzde ise bu sayı iki milyon oldu. Elbette bir rekor değil bu ama ana akımın dışında, alternatif müzik yapan rock gruplarının çoğunun büyük şirketlerle çalıştıklarında bile asla ulaşamadıkları, Fugazi gibi reklam ve promosyona neredeyse hiç yatırım yapmayan bağımsız bir topluluk içinse inanılmaz bir miktardı. Şarkıların konuları ve sözleri açısından bakıldığında Repeater, grubun anti-kapitalist ideolojisini net biçimde ortaya koyan, bireyin tüketim ve harcama alışkanlıklarını değiştirerek toplumsal ölçekte de değişim yaratabileceği fikri üzerine kurulu bir konsept albüm niteliğindeydi. Sonraki albümleri de, cinsiyetçiliğe, faşizme, militarizme, soysuzlaştırma ve küreselleşmeye açıkça karşı duran şarkılar içeriyordu; bazen soyut bazen daha aleni ama hiçbir zaman didaktik veya manifestovari bir üslup kullanmadan.

Sert politik tavırlarına rağmen grup müzik endüstrisinde bir devrim yapmayı hayal etmiyor ve gerçekçi de bulmuyordu, amaçları sistemi yıkmak değil, sisteme rağmen var olmaktı. Bu vizyon, onları politik müzik icra eden sanatçıların iki yaygın türünün ortasında bir yere yerleştiriyor: ne devrim hayallerini gerçekleştirmek için “daha çok kişiye ulaşmak” gerekçesiyle kendilerini aslında onaylamadıkları kapitalist endüstrilerin içinde bulan popüler müzisyenlerden (U2’dan Rage Against the Machine’e, Bob Dylan’dan The Clash’e onlarca örnek verilebilir), ne de varlığını tamamen toplumsal ve politik bir dışlanmışlık üzerine kurarak müziğini sadece siyasi görüşlerini hâlihazırda kabullenen çok kısıtlı bir dinleyici kitlesine icra eden etik kaygılı gruplardan Fugazi. Yazının devamında da bahsedeceğimiz Instrument belgeselinde gruba, yaymak istedikleri politik mesajların neler olduğu soruluyor (sorunun, DC’li bir ortaokul öğrencisinin televizyon programcılığı dersi proje ödevi olarak gerçekleştirdiği bir röportajın parçası olduğunu da ekleyelim). Guy Picciotto, protest müziğin otuz yıldır bir şeyleri değiştirmeye çalışıp başaramadığı örneğini vererek, müzik gerçekten politik bir amaçla kullanılacaksa etkili olabilmesi için söylemlerin yetersiz olduğunu ve eylemlerle mesaj verilmesi gerektiğini belirtiyor. Fugazi’ye göre politik bir müzik grubunun yapması gereken, dinleyicisine mesajlar aktarmak değil, yerel sivil toplum örgütleri ve politik organizasyonlara maddi destek ve katılım sağlayarak doğrudan harekete geçmek.

Jem Cohen’in yönettiği Instrument, Fugazi hakkında bir belgesel değil. Grubun genel imajına uygun düşen biçimde, bariz bir kronoloji veya kurgu izlemeden, yorum katmadan, grubu olduğu gibi gösteren dağınık bir görüntü ve sesler bütününden meydana geliyor. Instrument bir konser filmi de değil, hatta olmamak için direniyor. Kesintisiz birkaç şarkı haricindeki diğer tüm performanslar, orijinal seslerinden ayrılarak, daha önce yayımlanmamış kayıtlardan oluşan Instrument Soundtrack’in parçaları eşliğinde sunuluyor. Grup ana akım medyada görünmemenin yarattığı yanlış kanaatleri giderme fırsatını değerlendirerek (bir sahnede Brendan Canty, grup üyelerinin aynı evde ve ısıtma sistemi kullanmadan yaşadıklarını sanan bir adamdan bahsediyor) filmi tam anlamıyla bir kendini ifade aracı olarak kullanmış ve montaj aşamasına bizzat katılmış. Bu durumun filmin objektifliğine gölge düşürdüğü, filme biraz manipülatif bir hava kattığı söylenebilir; zira sadece Fugazi’nin görmemizi istediği ve onayladığı Fugazi’yi izleyebiliyoruz. İnsan kamera arkasında neler döndüğünü merak ediyor. Fakat sanatı üzerinde kontrol sahibi olma kararını her anlamda ve sonuna kadar uygulama konusunda adeta takıntılı bir gruptan bahsettiğimiz düşünülürse beklenmedik bir durum değil bu. Instrument, belki başka bir yönetmenin elinde sıkıcı bir punk kasidesine dönüşebilirdi ama Cohen, super 8’den 16mm’ye farklı film çeşitlerini kullandığı, Amerikan peyzajı imgeleriyle süslediği sinematografisiyle belgeselden çok, samimi bir yol filmi yaratıyor. Kontrollü estetiği, filmin lehine işliyor.

fugazi-muzik-sanatlog

Instrument’ta neredeyse grubu gördüğümüz kadar seyircilerini de görüyoruz; kamera, bilet kuyruklarından park alanlarındaki kalabalıklara uzanıyor. Şaşırtıcı olmayan biçimde, seyirciler arasında genç beyaz erkekler ağırlıkta fakat özellikle dönemin diğer punk konserleriyle kıyaslandığında, ırk ve cinsiyet çeşitliliği dikkat çekiyor. Cohen seyircilere mikrofon uzatıp Fugazi’nin onlar için ne ifade ettiğini sorduğundaysa işler ilginçleşiyor: grubu ilham verici bulan, takdir eden, hayatını değiştirdiklerini söyleyenler, hatta şarkı sözlerini tartışırken âşık olup evlenen çiftler olduğu kadar, grubun mesajını umursamayan, onaylamayan, hatta rahatsız edici bulanlar da var ve azımsanamayacak sayıdalar. “Eskisi kadar sert değiller”, “Nasıl eğleneceğimize karışmaya çalışıyorlar”, “Kendilerini bir şey sanıyorlar” ve belki de en vurucusu: “Alt tarafı müzik işte. Bir şey ifade etmiyor.” Eğer Fugazi dünyayı değiştirme niyetiyle yola çıkmış, aşırı iyimser bir grup olsaydı bu cümleler oldukça acıklı olabilirdi, fakat onların değerlerinin ve metotlarının doğru olanı yapma kaygısıyla açıklanabilecek bireysel kararlar olduğunu hatırlamak bu noktada önem kazanıyor. Zira bir sanatçı eserinin üretim ve dağıtım aşamalarında ne kadar kontrol sahibi olursa olsun, mesajını ne kadar açık ifade ederse etsin, eserin alıcısı tarafından nasıl algılandığını ve yorumlandığını kontrol edebilmesi mümkün değil. Fugazi, alt tarafı bir müzik grubu olduğunun farkında, ama bunu politik aktivizminin önünde bir engel olarak görmüyor. “Fugazi politikası” da basitçe, dinleyicisine içinde bulunduğu ve aidiyet hissettiği kendi komünitesinde mümkün olduğunca aktif olma, kendi hayatını kontrol altına alma, onaylamadığı sistemlere dahil olmama fikrini, empoze etmeden, teşvik ediyor.

Son albümleri The Argument’ın yayımlandığı 2024’den bu yana, grup üyeleri farklı projelerle meşgul olsalar da resmi olarak dağılmış değiller henüz. Bir müzik topluluğunun kariyerine yıllar sonra bakıldığında başarılarını ve başarısızlıklarını abartmadan, aşırı değer yüklemeden veya acımasızca yermeden incelemek zordur ama objektif bir analizi ve müzik tarihinde saygı değer bir yeri en çok hak eden topluluklardan biri Fugazi. Jem Cohen’in sözleri meseleyi özetliyor:

“Fugazi’nin standart 5 dolarlık bilet ücreti, yalnız 20, 30, 40 dolarlık rock konserlerine tepki değildi. Bir o kadar da, belki de daha çok, grubun kendi istediğini, kendi istediği gibi icra etme konusunda ısrarıyla ilgiliydi; görkemli bir gösteri sunma, hatta seyirci talebinin önünde eğilme zorunluluğu olmadan. Bu özgürlük, aldıkları her lojistik kararın kalbindeydi. Başka deyişle -ki birçok eleştirmen tam da burada yanılıyor- müzik politika hakkında değildir sadece, bir noktaya kadar da politika müzik hakkındadır.”

Eda Öztürk

[email protected]

Yazarın diğer yazıları.

Kaynaklar

Andersen, Mark. “The Clash and Fugazi: Punk Paths Toward Revolution”, Political Rock, Ed. Mark Pedelty & Kristine Weglarz

Azerrad, Michael. Our Band Could Be Your Life: Scenes from the American Indie Underground 1981-1991 

Ruggles, Brock. Not so quiet on the Western front: Punk politics during the conservative ascendancy in the United States, 1980—2000

Earles, Andrew. Gimme Indie Rock: 500 Essential American Underground Rock Albums 1981-1996

gwarlingo.com/2012/the-thing-in-the-spring-festival-returns-with-nina-nastasia-jem-cohen-more/

Jem Cohen. Instrument, 1999

Brendan Canty eda öztürk Fugazi fugazi - Repeater fugazi - the argument gugazi - Instrument Guy Picciotto Ian MacKaye indie rock post-hardcore punk müzik

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Hayatını Yaşamaya, Sevmeye ve Şarkı Söylemeye Adayan: Edith Piaf

Kadim dostum Münire Muratoğlu/Aydın Mengüllüoğlu’na Kimsenin karşısında korkmadım. Kendime söylediğim yalanların en büyüğü korktuğumu sandığım ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

kuşadası escort
çankaya escort
escort izmir