Bir Gelişim Romanı: Narziss ve Goldmund

4 Mayıs 2024 Yazan:  
Kategori: Kitabiyat, Romanlar, Sanat

İnsanın zevk aldığı bir eser hakkında yazması, yazmak için zevk almaya çalışan birinin tutumundan daha akıllıca gelmiştir bana her zaman. Bu yüzden bir kitabı yazmak için okumaya başlamam, tersine okuduğum bir kitaptan aldığım zevk beni yazmaya iter.

Hoş, estetik kategoride tartışılmayan, kişiden kişiye değişebilen bir duyumsamadır. Bu duyumsama çevresinde dönen bir yazarın kendini bireysellikten koparıp estetik bilince çıkarması zor olacaktır. Bu yüzden haz aldığımız, çevresinde döndüğümüz “bizim yazın karasularımızdan” çıkıp bize yabancı, soğuk gelen yeni yazarları okumamız bulgulamamız gerekir diye düşünüyorum. Haz ve estetik duygularımızı geliştirecek olan önemli etmenlerden birisi budur.

Güzel bir eserin temel özelliklerinden biri öz ve biçim bakımından yazın dünyasına getirdiği yeniliklerin yanında çağının gerçekliğini yansıtırken beslendiği geleneğin çizgisini sürdürmek, bu gelenekle tarihsel gelişim bağını her zaman canlı tutmaktır. Yazın dünyasında her çağ bir önceki çağın gerçekliğine nasıl bağımlıysa yaratılan eserlerde kendinden önceki eserlere anlam ve biçim yönünden bağımlıdır. Yaratılan her yeni eser kendinden öncekilerle bütünleşir onları aşar ve yeni bir gerçeklikte dünya kültürüne yeni kapılar açar. Kısaca özetlediğim T.S.Eliot’un bu estetik bakışı benim temel aldığım yazınsal yaklaşımlardan biridir. Dünyayı bir bütün olarak kavrayan bu estetik bakışta her eserin kültürel bir birikimin ürünü olduğu, bu birikim ile ilişki koparılmadan yeni bir bakış yakalanabildiği oranda kültürel dünyamızın varsıllaşacağını söyler. 

Kökeni Alman Halk Edebiyatı’na dayanan Bildungsroman bir tür kişisel toplumsal gelişim yazınıdır.  Bildungsroman, roman kahraman(lar)ının geçirdiği ahlaki, eğitim ve psikolojik gelişimini inceler. Wilhelm Dilthey’nin, Bildungsroman tanımı bu türü anlamamızda anahtar olabilir. Ona göre “Bildungsroman, bireyin yaşamında düzenli bir gelişmenin gözlemlendiği, her bir aşamasında kendine özgü değerlerin bulunduğu ve bu aşamaların bir sonraki aşamaya temel oluşturduğu bir süreci inceler. Yaşamın içinde gördüğümüz ahenksizlikler ve çatışmalar birey için olgunluğa ve ahenge doğru giden yolda üstesinden gelinmesi gereken geçiş noktalarıdır.” (http://e-dergi.atauni.edu.tr//SBED/article/viewFile/393/386)

Goethe’nin Wilhelm Maısterin Çıraklık Yılları adlı eseri Bildungsroman’ın ilk örneğidir. Thomas Mann’ın Büyülü Dağ ve bu yazıda incelemeye çalışacağım Herman Hesse’nin “Narziss ve Goldmund” (1) romanlarını bu yazınsal türe iyi birer örnek olarak verebiliriz.

narziss_ve-goldmundHesse, bize kahramanımızın gelişiminin önemli bir bölümünü geçireceği Mariobronn Manastırı’nı tanıtmakla başlar. Henüz manastırın kapısından geçmeden kahraman ile sembolik bir ilişki kurulabileceğimiz bir ağaçtan söz eder. Bu ağaç Roma’ya hac ziyareti için gitmiş bir keşişin yanında getirdiği kestane ağacıdır. Ağacı diğerlerinden farklı kılan yalnız Roma’dan getirilmiş olması değil kuşkusuz. Ağaç, çevresindeki ağaçlardan fiziksel farklılığının ötesinde, bir takım kültürel değerleri sembolize edecek şekilde romanda nesneleşmiştir. Roma kültürünün, özellikle kilisenin temsili durumundaki manastır geleneğinin kutsal topraklardan Avrupa’nın kalbine taşınmasının sembolüdür.Güzelim kestane, manastır girişinde yabancı ve sevecen sallayıp duruyordu dallarını; bir başka iklimin ağacı; ince ve nazlı duygular, hafif üşümeler içinde; girişteki kumtaşından ince ve zarif çift sütunlarla kemerli pencerelerin, saçakların ve direklerin mermer bezekleriyle gizliden akraba; güneyli yabancılar tarafından sevilip el üstünde tutuluyor, yöre halkı tarafından ise egzotik bir ağaç gözüyle bakılarak hayretle seyrediliyordu”. (2)Goldmund’un manastıra girişi sırasında yapılan bu aktarım, ağaç ile Goldmund arasında ilişki kurmamıza kapıyı açıyor. Öykü içinde karakterlerin gelişimi çok az yazarda bu denli başarılı doğa simgeleriyle verilir. Goldmund çıraklık yolculuğundan döndüğünde ağacı yeşermiş kestanelerini dallarından aşağı sarkıtmış görecektir. Ağaç ile paralel bir gelişim göstermiştir Goldmund. Çok şey öğrenmiş, yeşermiş artık meyvelerini verme mevsiminde manastıra geri dönecektir.

Mariobronn manastırındaki eğitim çok yönlüdür.”Bilginlik ve dindarlık, safdillik ve kurnazlık, dört İncil’deki hikmet ve yunan bilgeliğini, ak büyü ve kara büyü… (3) Manastır, kimi zaman bir sanat merkezi görevi görüyor, ziyaretçilerin uğrak yeri oluyor, kimi zaman hastane oluyor insanları iyileştiriyor. Bu miras böylece kuşaktan kuşağa aktarılırken, tıpkı manastırın girişindeki kestane ağacı gibi, diğerlerinden farklı dikkatleri üzerine çeken akılda kalıcı bir öğrenci her dönem olmuştur manastırda. Kitabımıza adını veren, bu unutulmayan öğrenciler o dönem için Narziss ve Goldmun’dur. Goldmund, küçükken annesi, babasından ayrılmış, evden kaçmıştır. Bunun günahı altında kalan baba, oğlunun annesinin tanrıya karşı işlediği günahın kefaretini ödemesi için yaşamını tanrıya adamasını ister. Bu yüzden Goldmund’u manastıra getirmiştir. Goldmund burada ileride kendisinin ahlak değerlerini belirleyecek olan iyi ve kötü kavramı ile tanışacaktır. Kitap Goldmund’un hikâyesinden oluşmuş olsa da diğer en önemli karakter Narziss’tir. Gelişim romanlarının önemli özelliklerinden biri de, kahramana rehberlik edebilecek bir karakterin oluşturulması,  kahramanın bu rehberliği ne kadar iyi kabul edebileceğini ve kahramanın hür iradesinin düzeyini ortaya koymasıdır. Şimdi Goldmund’a karakter gelişiminde en büyük rehberliği yapacak olan Narziss’i tanımaya çalışalım. İsminden anlaşılacağı gibi Narziss Yunan mitolojisindeki Narkissos’un simgesidir. Kısaca anımsarsak, o güne kadar aşkın ne olduğunu bilmeyen çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün Narkissos adında yakışıklı bir avcı görür. Ekho o anda bu genç avcıya âşık olur. Ancak Narkissos peri kızına karşılık vermeden uzaklaşır ordan. Bu duruma çok üzülen Ekho günden güne erir, vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dediğimiz yankılara dönüşür. Tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos’u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında büyülenir olduğu yerden kalkamaz. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada kalakalır. Ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada kendi görüntüsünü seyrederek ömrünü tüketir

Narkissos’un suda kendisini görmesi ve bu görüntüye âşık olması insanın dışarıda aradığı gerçeklik ve bilgeliğin kendi içinde olduğunun farkına varması süreci olarak okunabilir. Romandaki diğer bir sembol,  Narziss’in dünyasal olana sırtını dönmesi, manastıra kapanıp, insanların önem verdiği maddi değerlerin kendisi için bir anlamı olmadığını anlamasıdır. Manastırda çalışan bir rahip adayıdır Narziss. Hayatın anlamını ve gerçeğini akla hizmet etmekte bulur. Amacı öğrencilere öncülük etmek onları yüce ve akli amaçlar doğrultusunda tanrı yolunda eğitmektir. İnsanların yazgısını okuma becerisi ile donatıldığını düşünen Narziss’e göre kendi yazgısı ölene kadar kendi içinde taşıdığı yüce olanın görüntüsüne yani manastıra hizmet etmektir.

Hesse’nin eserlerindeki önemli ayrıntılardan biri spiritüalizmdir(Tinselcilik). Hint bilgelik öğretileri, Taoizm ve Hıristiyan mistiği onun arka alanını oluşturmuştur. Spiritüalizm kişinin benliğini aşan fizikötesi gerçekliği savunur. Kimi kaynaklarda spiritüalizm, maddesel olmayan, madde ötesi ruhsal, fakat anlaşılır gerçekliktir. Tanrı, varlık en büyük güç ya da uyanış, anlayış tanıma gibi konuları ele alır. Bu inanışta sorgulayıcı tutum, inanarak kabul etme, bilinçli olarak edimlerde bulunma savunulmaktadır.

 Madde ve ruh.. Narziss ne kadar ruh ise Goldmund o kadar maddedir. Her bakımdan birbirinden farklı bu iki karakterden Narziss esmer,  çelimsizdir, Goldmund’sa ışıl ışıl parlayan bir kandil gibidir. Narziss düşünce ve bireyselliği Goldmund ise hayalleri, düşleri önemseyen çocuksu bir karakterdir. Ancak ikisinde ortak olan, onları birbirine çeken bir şey vardır. Bu başkalarında olmayan yetenek ve işaretlerdir.  Fiziksel farklılıklardaki ironi gözümüzden kaçmasın. Narziss mitolojideki yakışıklı Narziss değildir. Çirkin denilebilecek kadar zayıf ve çelimsizdir. Mitolojideki tüm fiziksel özellikler Goldmun’da toplanmıştır. Narziss’in güzelliği düşünceleridir. Bu düşünceler Goldmun’da maddi olana bürünecek ve Narziss’i hayatının sonuna kadar ona bağlı kılacaktır.

Narziss’in Goldmund’u fark etmesi uzun sürmez. Onun canlılığı karşısında duyarsız kalamaz. Goldmund ise Narziss’in gözüne girmenin tek yolunun dersler olduğunu düşündüğü için kendini ders çalışmaya adar. Narziss’in içe dönük tinselliğine karşın Goldmund’un dışa dönüklüğü,  maddi olanla ilişkisi, sık sık karşımıza çıkar. Narziss bir konuşmasında aralarındaki ilişkiyi açıklar.”Güneşle ay, denizle kara gibi bizde birbirimize yaklaşmakla görevlendirilmiş değiliz. Bizler sevgili dostum, güneş ve ay gibiyiz, deniz ve kara gibi. Amacımız iç içe geçmek birbirimize dönüşmek değil, birbirimizi tanımak birbirimizi gerçekte nasılsak öyle görüp buna saygı duymak, yani birimizin ötekinin karşıt ve bütünleyici parçası olduğunu bilmektir. (4) Onların arasındaki dostluğun tek bir amacı vardır. O da birbirlerine hiç benzemediklerini kanıtlamaktır.

Manastırdan köye gizli kaçamak yaptıkları günlerden birinde Goldmund hastalanır. Bu hastalık sırasında Narziss ile yaptığı konuşmalardan içindeki eksik anne figürünü bulgulamaya başlar Goldmund. Kollanıp, gözetildiği masumiyet ve huzur dolu anlar yerini gergin bir bekleyişe bırakır. Uzun zamandır derinlere gömdüğü anne sıkıntısı gün yüzüne çıkmıştır. Çocukluğunun anne şefkatini duyumsuyor sık sık düşlerinde yaşamının altın çağına, çocukluk yıllarına, seyahatler yapıyor. Diğer yandan geleceğe yönelik içinde bulunduğu durgun zaman düzenini altüst eden tehlikelerle dolu bir yaşamın artçılarını hissediyordur. Goldmund bilim ile olan ilişkisini babasıyla ilişkisine benzetir. Anne imgesi çıkıp gelmeden önce Baba doğru olan demektir onun için. Hastalık sırasında ki yoğun varoluş konuşmaları sonrasında uyanıveren Anne temasının çağrısı Goldmund ile Narziss arasındaki temel farklılığı ortaya çıkarmıştır. Narziss bilim demekti ve bilim doğa içinde yaşayamaz ona göre akıl  Doğaya karşı, yalnız doğanın karşıtı bir güç kimliğiyle varlığını sürdürebilir. Goldmund ise doğanın kendisidir. Ona yabancı bu soğuk insan ürünü aklın onda kendisini var etmesi beklenemezdi. Narziss, Goldmund’un yerinin manastır olmadığını anlamıştır. İkisinin de amacı aynıdır. Yaşamın anlamını keşfetmek, bilgeliğe ulaşmak. Aynı hedefe farklı yollardan varmaları gerekiyor. Ve Goldmund’un yolu burada Narzisss’ten ayrılıyor.

Hermann Hesse

Goldmund’un uyuyan gezgin ruhu uyanmıştır. Daha sık bu çağrıya kulak verip manastır dışında gezintilere çıkar. Bu gezintilerden birinde ormanda bir kadınla karşılaşır. Kadının koşulsuz kendini verişi, doğa içindeki o doğal yaşantı Goldmund’un daha fazla manastırda kalamayacağını haykırır. Goldmund kimseye haber vermeden manastırdan kaçar.

Goldmund’un gelişimini üç aşamada izleriz romanda. Birinci aşama Narziss’e bağımlılığı ve bu bağımlılıktan kurtuluşu, ikinci aşama doğada sürdürdüğü özgür göçebe yaşam, üçüncü aşama manastıra dönüş, olgunluk ve hasat dönemi.

İkinci aşama, yani göçebe yaşam romanın en zayıf bölümlerini oluşturuyor. Goldmund’un gelişimini etkileyecek durak ve karakterlerin birbirlerine benzerliği, yaşam deneyimi açısından temelsiz betimlemelere zorluyor yazarı. Zor kadınlar… Muhtaç kadınlar… Zengin ve fakir kadınlar… Goldmund’un gençliğinden gelen çekicilik ve enerji karşısında direnemeyen evli bekâr kadınlar.

Dışa kapalı sosyokültürel, ekonomik tüm kapalılığının içinde romanın geçtiği zamanın Ortaçağ Avrupa’sı olduğunu kentleri ölüm tarlalarına dönüştüren veba salgınından anlıyoruz.

Ölümün sınır tanımazlığı karşısında Goldmund’un ölümü hastalıktan ayırıp doğal döngünün bir gerçekliği olarak karşılamasının altında felsefi bir temel arama çabamızı boşa çıkartıyor Hesse. Karakterdeki sorunsal ilişkinin temelsiz kuruluşu yazarın karakter hakkında yaptığı düşünsel duygusal yorumlanışını havada bırakıyor. Gelişim serüvenine hizmet edecek rastlantıların temelsizliği ve biçim olarak aynılığı, karakterde duygu ve düşünce tekrarlarını oluşturuyor. Bana göre bu da kitabı zayıflatan başka bir etken.

Anne izleğinin dini bir motif olarak kullanılması ve bunun Goldmund’un sanatçı yönünü ortaya çıkarması serüvenin alt metinlerinden biri olarak kitap boyunca işleniyor. Anne hem güdücü örge hemde itici nesne olarak Goldmund’u harekete geçiren en büyük etken olarak da roman boyunca önemini koruyor.

Bilim ve sanat arasındaki farkı tartışmaya açtığı bir bölümde Platon estetiğine saygısını sunarken, onu eleştirmeyi de elden bırakmıyor. İde’in görüntüsünün kopyası olarak kendini gösteren sanatın gerçekliği veremeyeceği gibi onu bozacağını söyler Platon. Bu yaklaşıma eleştiriyi kendisini, Aristoteles’in ve Aziz Thomas’ın öğrencisi olarak gören Narziss’in yapması sanat hakkında iki büyük düşünürün estetik tartışmalarının devam ettiğini gösteren önemli bir ayrıntıdır. Narziss’e göre bilim aracılığıyla insanların düşünce ile iman ettikleri yüce varlığa, sanatçı daha dolayımsız ulaşabilmektedir. Düşünce ile ulaşılan yüce kavramı bedenin yok olmasıyla karanlığa gömülecektir. Sanatçının yarattığı eserde saklanan yüce imgesi düşünce ile ulaşılan yüce varlığa göre, ne kadar somut ve görünür olsa da onu izleyen ya da okuyanda ruhani bir aydınlanma yaratacaktır. Bu aydınlanma yüce olanın (Tanrının) gerçekliğidir.

Goldmund’un gelişim serüveninin ikinci bölümü yasak bir aşk sonucu yakalanıp öldürülecekken Narziss ile karşılaşmalarıyla son bulacaktır.

Roman’ın üçüncü bölümü Goldmund’un Manastıra dönüşü ve olgunluk yani hasat zamanını mevsimler. Goldmund kendini heykel yapma işine verir. Azizlerin, çeşitli dini motiflerin heykellerini yapmakla geçirir günlerini. Yalnız içindeki serüven henüz dinmiş değildir. Narziss önceki gidişini desteklemiştir. Fakat bu seferki başkadır. Artık güçsüz, yaşlı ve hastadır Goldmund.

Hesse bu romanıyla gerçeği, duygu yaşantısında arayan romantiklerden ayrıldığı gibi, aynı gerçeği düşünce dünyasında arayan klasiklerden de farklılaşır. Onun gerçeği bütün boyutlarıyla ele alınan dünyanın maddi ve manevi yönlerinin kucaklaşmasında kendini açığa çıkarmaya çalışır. Bunu ne kadar başarmıştır? Onu da değerli okuyuculara bırakmak gerekir.

Son söz: “Annesiz insan nasıl sevebilir? Nasıl ölebilir? Senin bir annen yok, ömrün boyunca yetim dolaşacaksın? Evet, sen Narziss, bir gün annen olmadan ölmeyi nasıl düşünebiliyorsun?”

A.Kadir Şahin

Dipnot:

1) Narziss ve Goldmund, Çev: Kamuran Şipal, YKY, İstanbul, 2024.

2) a.g.e

3) a.g.e

4) a.g.e

span style=”font-size: 10pt; font-family: ‘Verdana’, ‘sans-serif’; color: #000000;”