Kötülük Bir Virüs Yazılımıdır

Mayıs 9, 2024 by  
Filed under Deneme, Edebiyat, Sanat

Evrende “logos” dediğimiz bir düzenleyicinin olduğunu kabul etmekteyiz. Buna “evrensel akıl” diyebiliriz, ya da gezegenimiz söz konusu olduğunda “doğanın aklı” diyebiliriz. Doğa, kendi dengesi ve düzeni içinde varlığını sürdürüyor malumunuz. 

Hegel, “Varolan her şey akla uygundur, akla uygun her şey varolacaktır.” derken bir “logos”dan söz ediyordu. Ancak, insanların kurduğu sosyal hayat, siyasi-ekonomik düzen, doğayla, evrende süre giden hayatla (kozmik düzen) ve evrensel akılla uyumlu mudur? 

İnsanlık tarihi; uygarlık tarihi; yabancılaşmanın tarihidir ve yabanlaşmanın (vulgarizm) tarihidir. Dolayısıyla akıl yabancılaşmıştır ve kendini tanımamaktadır. Diyalektik yasalara göre insanlık, şu an tarihin “anti-tez” aşamasını yaşamaktadır. 

Aklımız, bu yabancılaşmanın içindeki bir “akıl”dır, yabancılaşmanın aklıdır. Bu nedenle insanın kurduğu düzen, logosa, doğaya rağmen bir düzendir, hatta insana rağmen, insana düşman bir düzendir. Örneğin, aşk doğanın bir oyunu (matrix) iken, aile kurumu düzenin bir oyunudur. Buna benzer sayısız oranda model davranışla, insan kendine ölüm sever bir hayat kurmuştur.

sanatlog.com

Rasyonalizm, irrasyonel olanın rasyonel olarak gösterilmesi ve kabul ettirilmesidir. Yeryüzünde varolan her şey akla uygun değildir, örneğin sömürü, savaş, zulüm, açlık, kölelik, fuhuş vs. vardır ve akla uygun değildir. Akla uygun olmayan her ne varsa, akıl ona uygun hale getirilmiştir (ehlileştirilen akıl). Sosyal hayat, mevcut dünya düzeni, logosa göre düzenlenmemiş, fakat insan aklı kurulu düzene uydurulmuştur. 

İnsan evrimini tamamlamamış bir hayvan olduğu için, logosa değil, güce dayalı bir dünya düzeni kurarak, binlerce yıldır ıstırap çekmektedir. Gücü elinde bulunduranlar tarihi yapmakta ve yazmaktalar. Tarihe yön veren olayların çoğu, yaşananlar, egemen güçlerin isteği ve manipülasyonuyla olmaktadır, efendilerin çıkarları neyi gerektiriyorsa insanlık onu yaşadı. Feodal egemenler istediği için insanlık Ortaçağı yaşadı, burjuvazi istediği için Rönesans yaşandı, keşifler ve icatlar dönemi yaşandı. 1789 devrimi, kent soylu sınıfın iktidarı ele geçirmek için verdiği bir kavgaydı, elbette burada ezilenlere figüran rolü verildi ve bu olgulara/dizgeye “tarihin yasaları” denildi. Aydınlanma çağı; Hume, Kant, Voltaire gibi birkaç filozof çıktığı için yaşanmadı, o filozofların çıkması için gerekli ortam sağlanmıştı sadece. Ardından Hegel, Marks, Nietzsche vd. gelmesi de bu nedenledir. Sanat için de aynı şey söz konusu, estetik bir dünyada nelerin yaşanması gerektiğine hep elitler karar verdi. Bilim, onların istediklerini söyledi. Düşüncelerimizin sınırları belirlenmiş ise, özgürlüğümüz yoktur. Otlanacağımız alan sınırlıdır, zehirli otları yemeyelim diye çobanlarımız önlemini almıştır. Düşünülmesi gerekenler; düşünülmesi mümkün olanlar değil, düşünülemez sanılanların düşünülmesidir. İmkânsız olanın/zannedilenin, yasak sayılanın düşünülmesidir düşünce. Dilin sınırlarını çizenler, terimlerin, kavramların, kelimelerin anlamlarını belirleyenler, düşüncelerimizin sınırlarını belirlediler. İnsan, dile egemen değildir artık, kelimelerine yabancılaşmış olup istenilenleri düşünebilmektedir. Dil konusunda yanlış ve sahte kabullerimiz, dünya üzerine olan düşüncelerimizi saptırmakta iken, felsefenin işlevi bu dil oyununun deşifre edilmesidir. Felsefe bu anlamda bir terapidir, tedavidir (Wittgenstein). Özgürlüğe giden yol, özgürlüğün olmadığını anlamaktan geçiyor. Karanlığın ayrımına varırsanız, ışığı ararsınız. Hayatın anlamı, anlamsızlıkta gizli.

Hayata sahip olanlar (!), her şeyi yönetmekte ve yönlendirmektedir, hayat bir bilim kurgu senaryosu olarak sürmekte, insanoğlu beynine mikroçip yerleştirilmiş bir android gibi davranmayı sürdürüyor. Ona ezberletilen her şeyi yerine getirmekte, ödevini iyi yapamazsa suçluluk duygusu çekmekte (otoritenin büyülü gücü). Ezilenler beş bin yıldır neden ve niçin susmaktadır? Burada “Aklın hilesi” (Hegel), -buna “ideolojinin hilesi” diyorum- söz konusu değil midir? Kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar neden bu zulme katlanırlar? Çaresizliği mi öğrenmişlerdir? 

Örneğin, erkek egemen ideolojinin üreticisi artık erkekler değil, kadınlardır. Kadınlar, ideal bir forma (mantaliteye) ulaştırıldıktan sonra erkeklerin istediği türden olabilmek için can atmakta ve yarışmaktalar. İşçi sınıfı da egemenler karşısında aynı durumdadır. Eğer böyle olmasaydı, binlerce yılda kurulan bu matrix bir günde çözülürdü. 

Peki, tarihte egemenlerin iradesi dışında gerçekleşen olaylar yok mudur? Elbette bir tek örnek var: sosyalist devrimler. Ancak sosyalist düzenler de, ulus-devlet modelinin bir benzerini kurdukları için (1789’un etkisi), orada da bir başka matrix kuruldu. Tarihte zorun rolüne (!) uygun uygulamalar yapıldı. Bu durum ise, sosyalizmin kendisine, eşyanın doğasına aykırı olduğu için fazla uzun süremezdi. 

Mevcut dünya düzeninde insan iradesi diye bir şey söz konusu olamıyor. Yeryüzünde her gün trilyonlarca dolar el değiştiriyorsa ve bunun nereden nereye aktığı bilinemiyorsa, dünyayı bir finans şebekesi yönetiyor ve kim oldukları bilinemiyorsa, onlar istediği için savaşlar çıkıyor, ülkeler işgal ediliyorsa, biz zavallı insanların böcek kadar bile değeri ve iradesi yoktur. 

İnsan, sonuçta bir bilgisayar yazılımıdır, hatta hayata düşman bir virüs yazılımıdır. Bu nedenle, hayatı kendine ve çevresindekilere zehir ve zindan etmekte, bundan mazoşist bir haz almakta, efendilerin erdemiyle kırbaçlanmaktadır. Bu nedenle, işkence yapabilmekte, kan dökebilmekte, insana ve doğaya tecavüz edebilmektedir. Kötülük, bir virüs yazılımıdır. 

Tanrı, insanlığın vicdanıdır. Eğer, insanlığın ortak bir vicdanı ve iradesi varsa, Tanrı vardır. Değilse, kötülük her zaman galip gelecektir ve yalan hüküm sürdüğü sürece adalet olamayacaktır. 

Hayatı bir oyun olarak görenlerdenseniz ve eğer bunu bir matrix gibi görüyorsanız, doğruya yaklaşıyorsunuz derim. Çünkü devletlerin tarihi komplonun tarihidir ve devlet bir sınıfın diğerine komplo kurmasından ibarettir. Ama hayatı bir oyun olarak görmek isteyenlerdenseniz, buna katılamam, tuzu kurulardan olmalısınız. Çünkü hayat acımasız bir gerçekliktir aynı zamanda, insanların üzerine füzeler yağarken oyun oynanmıyordu, bugün Suriye’de oyun oynanmıyor. Körü körüne ret ve inkâr, kahredici gerçekleri değiştiremiyor. 

“Bu durumun bir çıkış yolu var mıdır?” sorusuna yanıt zor değil, kendimizi bir anti-virüs yazılımı olarak yeniden yazmalıyız. Bu dünya düzeni karşısında bir karşı-tez olabilmeliyiz. Öğrendiğimiz, doğru bellediğimiz her şeyden kuşku duymalı; yanlış bildiklerimiz doğru, doğru bildiklerimiz yanlıştır belki de, ne biliyoruz? 

Aksi takdirde zalimlerin elinde oyuncak olmaktayız. 

Hüseyin Kaplan

hkaplan35@gmail.com