Tuva’dan Yükselen Müzik Pervanesi

Tuva gırtlak solistleri her zaman dünya müziği kulvarında en dikkat çekici unsurlardan biri olmuştur. Dinleyenleri hiçbir zaman büyülemekten geri kalmayan bu tarz müzik hiç şüphesiz kendi başına oldukça etkileyici bir müziksel gelenek. Geleneksel formlar, modern enstrümanlarla harmanlamalar veya elektronik ritimlerle kolaylıkla entegre olan bu müzik biz dünya müziği severlere yabancı değil. Özellikle Ondar, James Whetzel ve Guy Mendilow gibi sanatçıların çalışmaları bu konuda en dikkat çekenleri.

“Güneş Pervanesi” veya “Güneş Işınları” anlamına gelen Huun Huur Tu şu ana kadar ağırlıkla işin daha geleneksel tarafında kalıp, dünya müziği severleri asla mutsuz etmeyen bir düzine albüm çıkarttı. Şu ana kadarki üretimlerinde füzyon sınırlarına sokuldukları iki çalışmaları oldu; bunlar sırasıyla arka arkaya çıkan, 1996 tarihli “Fly Fly My Sadness” ve 1998 tarihli “Mountain Tale”. Ekip her iki albümde de enfes vokallere sahip olan Bulgar kadın vokal grubu Angelite ile çalıştı.

Huun Huur Tu

Dört kişiden oluşan Huun-Huur-Tu Rusya’nın Özerk Cumhuriyeti Tuva’dan gelen bir ekip. Keskin dağların arasında sonsuz yeşil çayırların, bol ormanların bulunduğu bölge Moskova’nın 4.000 km doğusunda, Asya’nın ortasında ve Moğolistan’ın kuzeyinde yer alıyor. Bölgeden gelen müzikler dünyamıza ait en antik ve geleneksel ritimleri ihtiva etmesi ile tanınıyor. Bundaki en önemli faktör ise hiç şüphesiz kullanılan eşsiz enstrümanlar. Tuva geleneksel müziğinde en çok bilinen tarz Moğolistan’dan da aşina olduğumuz gırtlak vokalleri, yani yerel adı ile xöömei. Bu tarzı gırtlaktan çıkan müziksel ses yankılanmalarının mimiksel ve minimal bir çehre içerisinde sunumu olarak tanımlayabiliriz.

1997′de Türkiye’ye gelen ekip o konserinde Bulgar Kadın Korosu Angelite ile konser verdi. Daha sonra 12-16 Şubat 2024’da gerçekleşen İBB Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğünce organize edilen ve Kültür A.Ş tarafından gerçekleştirilen “Mistik Sanat Festivali” kapsamında Aya İrini Müzesi’nde enfes bir konser verdi. Bu konserde grubun repertuvarı Türk bozkır yaşamını yansıtan Tuva geleneği ezgilerinden oluştu. Performanslarının zirvesinde olan topluluğun gösterisi Aya İrini’nin akustiği ve mistisizmi ile de birleşince tam bir dinsel şölen haline dönüştü ve konsere gelen herkesi ayrıca mest etti. Şamanist olan Tuvalılar gırtlak vokalleri ile söyledikleri şarkıları dini ayinlerinde ve hastalarını iyileştirmek için hala kullanıyor ve bu geleneğe tutkuyla inanıyor. Tek bir davul sesiyle bile transa geçebilen Şamanlar yardımcı ve koruyucu ruhları sayesinde ruhların öte dünyaya geçmesine yardımcı olduklarına, hastaları iyileştirdiklerine ve evleri kötü ruhlardan koruduklarına inanmakta. Huun-Huur-Tu’nun müziğinde de bu dokusal ritimlere bol bol şahit olmak mümkün.

Huun Huur Tu

Daha önce müzik seyyahı Ry Cooder’dan The Kronos Quartet’e kadar birçok grup ve sanatçı ile çalışan Huun-Huur-Tu, bu yeni çalışmasında önceden sokulmadıkları farklı müziksel bölgelere sokuluyor. Niyaz, Ryuichi Sakamoto, Oakenfold, Seal ve son olarak Inbar Bakal’ın albümündeki enfes katkısı ile tanıdığımız elektronist/prodüktör/besteci/müzisyen kişiliklerine sahip Carmen Rizzo bu serüvendeki en yakın yoldaşı. Aslında Carmen Rizzo bu projede sadece grubun birkaç parçasını yeniden aranje etmek için yer alacakken bir anda albümün ortağı oldu. Kendisine teslim edilen parçaları dinleyince sadece aranje etmenin yetersiz olacağını, daha derinlere gidip birlikte harmanlamalara sokulmaları gerektiğine inanan Carmen en kısa zamanda grup ile bir araya gelerek bu amacını açıkladı. Sonuç şu anda yazmakta olduğum albüm…yani Eternal.

Carmen’in Eternal’a katkısı çok aşikâr ancak hiçbir şekilde abartıya kaçmamış. Carmen grubun etnik ritimlerine sadık kalıp sadece saf modern makyajlar ile bu eşsiz diyarlardan gelen geleneksel ritimleri modern bir çerçeve içerisine yerleştirmiş. Bu, aşina olduğumuz aşırı süslemeler ile otantikliğini kaybetmiş bir elektronik albüm değil. Carmen, elektronik ritimler ile sokulduğu müziğe aynı zamanda viyolin, çello, trompet, bas ve cümbüş ile katkıda bulunuyor. Teknik olarak harmanlanan parçalar dans pistinin aksine kesinlikle sakin ortamda dinlenilmek üzere bestelenmiş.

Albüm sekiz parçadan oluşuyor ve 40 dakikanın biraz üstünde. Normalde kısa olmasına rağmen bu sekiz parçanın içerisinde ihtiva ettiği ritimsel skala dinleyenleri çok hoş bir diyara götürüyor. Vurmalı ritimlerin hâkim olduğu ‘Saryglarlar Maidens’, şaşırtmalı ezgilerin her yönden geldiği ‘Orphaned Child’, bir film müziğini andıran ‘Dogee Mountain’ ve daha bir karamsar olan ‘Ancestors Call,’ albümün en dikkat çelenleri arasında. Albüm dinleyeni, gür sinematik ortamlara götürüp sonsuz derin mutluluk ile sarmalıyor. Kırk dakika boyunca nefes kesen bir serüven…

Yazan: Zekeriya S. Şen

Huun Huur Tu:

Kaigal-ool Khovalyg
Sayan Bapa
Radik Tyulyush
Alexei Saryglar

Albümleri:

• 60 Horses In My Herd (1993)
• The Orphan’s Lament (1994)
• Fly, Fly My Sadness (1996)
• If I’d Been Born An Eagle (1997)
• Mountain Tale (1998)
• Where Young Grass Grows (1999)
• Live 1 (2001)
• Live 2 (2001)
• Best * Live (2001)
• More Live (2003)
• Spirits from Tuva (2003)
• Altai Sayan Tandy-Uula (2004)
• Mother-Earth! Father-Sky! (2008)
• Eternal (2009)

Neil Gaiman’dan Mezarlık Kitabı

Ağustos 7, 2024 by  
Filed under Edebiyat, Eleştiri, Kitabiyat, Kitaplar, Roman, Sanat

“I said
She’s gone but I’m alive
I’m alive
I’m coming in the graveyard
To sing you to sleep now.

Dedim ki
O öldü ama ben yaşıyorum
yaşıyorum
Mezarlığa geliyorum
Seni uyutmak için şarkı söylemeye.

Tori Amos (Graveyard adlı şarkısından)

Bahsedeceğim kitap, “Sandman”in ünlü yazarı Neil Gaiman’ın, “Coraline”den sonra yazdığı ikinci çocuk romanı (daha önce birçok resimli kısa öykü yazmıştır). Her ne kadar çocuk kitabı da olsa, yazarın karanlık tarzı, öykünün her tarafından sızıyor ve okuyanın tüylerini ürpertiyor.

1985 yılında, evlerinin yakınındaki mezarlıkta üç tekerlekli bisikletiyle gezen küçük oğlundan ilham alan Gaiman, kitabın temellerini atıyor. Rudyard Kipling’in “The Jungle Book” adlı öyküsünün mezarlıkta geçen versiyonu olarak tanımlayabileceğimiz öyküdeki olaylar da “Orman Kitabı” ile paralellik taşıyor. Öksüz ve yetim bir çocuğun, yaşayan insanlara ait olmayan bir dünyada evlat edinilmesi, dışarıdaki tehlikelerden korunması ve büyüme sancıları her iki kitapta da özdeş.

Mezarlık Kitabı (The Graveyard Book) açılış cümlesiyle (“Karanlıkta bir el bir bıçak tutuyordu.”) neyle karşı karşıya olduğumuzu açıkça belli ediyor. Coraline’de olduğu gibi Gaiman korku öğelerini umarsızca kullanıyor. Ailesi, Jack denen adam (The Man Jack) tarafından hunharca katledilen erkek bebek, emekleyerek komşu mezarlığın bahçesine sığınıyor. Buranın sakinleri yani ölüler tarafından korumaya alınan bebek, yüzyıllar önce ölmüş Bay ve Bayan Owens tarafından evlat ediliyor (yaşarken kendilerinin hiç çocuğu olmamış). Kendisinden başka hiç kimseye benzemediğinden Nobody (hiçkimse) adını alan, kısaca Bod denen çocuk, esrarengiz Beyaz Atlı Hanım (muhtemelen ölümün kişileşmiş şekli) tarafından “Mezarlık Özgürlüğü” bahşedilmesinden sonra buranın bir sakini haline geliyor. Silas adlı siyah pelerinli bir adam Bod’un koruyucusu oluyor. Canlı veya ölü olmayan, ifadesiz suratlı ve yemek yemeyen bu adam muhtemelen bir vampirdir (kitapta bahsedilmiyor). Yüce Koruyucular (Honour Guard)’ın bir üyesi olan Silas’ın olmadığı zamanlarda Bayan Lupescu (ismindeki lupus-kurt köküne dikkat!) Bod’a öğretmenlik yapıyor (genç olduğu halde yele gibi gri saçları olan bu kadın, Hound of God-Tanrı’nın Tazısı’dır).

Lisa adında genç bir cadı hayaleti ve Scarlett Amber Perkins adında yaşayan bir kız ile arkadaşlık kuran Bod, macerası boyunca Gulyabaniler (Ghouls), Gecesıskaları ve yüzyıllardır efendisini bekleyen, karanlık bir mezarın iç duvarını kangal kangal kaplayan Bekçi (The Sleer) ile karşılaşacak; onu öldürmeye çalışan Antik Mısır kökenli gizli grup Elinden Her İş Gelen Jackler (Jacks of All Trades) ile savaşa hazırlanacaktır (Jack aynı zamanda usta anlamına da gelmektedir).

Neil Gaiman’ın sırrı nedir? Her öyküsünü olağanüstü büyülü yapan şey nedir? Bunun için; yazarın literatüre, folklore ve her türlü mitolojik metne akademik düzeydeki hakimiyeti üzerine eklenmiş zeka pırıltıları taşıyan edebi dehasını göz önüne almak gerekir. Daha kariyerinin başında, kendisini kült mertebesine ulaştıran “Sandman” adlı grafik romanının “A Midsummer Night’s Dream” adlı fasikülüyle 1991 yılında World Fantasy Award alması üzerine; bir daha bu prestijli ödülün bir çizgi romana verilmesini engellemek için jüri üyeleri tarafından ayrı bir kategori açılmasına neden olmuştur. Sinemaya da uyarlanan, erişkinler için masal sıfatını taşıyan “Yıldıztozu (Stardust)” romanında da İngiliz folklorü ve edebi literatürüne atıflar vardır. Amerika’ya göç eden her ulusun kendi inancını da buraya taşımasından temellenen sembolik romanı “Amerikan Tanrıları (American Gods)” ile Hugo Award en iyi roman ödülünün yanısıra Locus, Nebula ve Bram Stoker ödülünü almıştır. Birkaç yıl sonra yine Hugo ödülü kazanan “Coraline” adlı çocuk romanı başarılı bir biçimde animasyona uyarlanmıştır. Bahsettiğimiz romanı ise köklü ve prestijli bir ödül olan Newbery madalyası almıştır.

Bir kitabı okumamda, onun aldığı ödüller bir yere kadar rol oynar. Çoğunlukla kitapta yazarın zekasının pırıltılarını ararım. Yukarıda bahsettiğim hayalgücünün sınırlarında dolaşan karakterlerin dışında, çocuk romanlarında okuyanın canını sıkan didaktik öğelerin ne kadar farklı aktarılabileceğini gösteren bir örnek sanki bu kitap. “Kör parmağım gözüne” çıkarımlara rastlamak mümkün değil. Evet bazı dersler veriliyor ama kimseye farkettirmeden. Herhalde bu yüzden Newbery jürisi tarafından son zamanların en iyi genç-erişkin romanı seçilmiş.

Kitabın resimlerinden sorumlu Dave McKean, Gaiman ile uzun süreli iş beraberliğini burada da sürdürmüş. Aynı Coraline’de yaptığı gibi kitabı karanlık ama açıklayıcı eserlerle süslemiş.

Mezarlık Kitabı

Mezarlık Kitabı

Neil Gaiman, insani duygulara ve yaşamın kendisine iç acıtıcı bir şekilde değinir. Çoğu lafı öylesine söylermiş gibi görünür fakat o cümle hayatınızın cümlesi olabilir. Mezarlık Kitabı’nı, ölülerle mutlu mesut yaşayan bir çocuğun anlatıldığı bir kaçış öyküsü olarak görmemeli (Harry Potter gibi çocukların gerçeklikle ilgili bağlarını zayıflatan bir roman değil). Bir bölümde Bod ve Silas arasında bir diyalog geçiyor. Bod artık gerçek hayata atılmak istiyor. Dışarıda kendisini bekleyen tehlikeden korkmadığını söylüyor:

Silas: Aileni öldüren adam, sanırım dışarıda hala seni arıyor. Hala seni öldürmeyi planlıyor.

Bod: Eee? Sadece ölüm bu. Yani en iyi arkadaşlarımın hepsi ölü demek istiyorum.

Silas: Evet. Öyleler. Ve onların çoğunlukla dünyayla işleri bitti. Ama senin bitmedi. Sen “canlısın” Bod. Bu da sonsuz bir potansiyelin olduğu anlamına geliyor. Herşeyi yapabilirsin, herhangi birşey yaratabilirsin, herhangi birşeyi düşleyebilirsin. Eğer dünyayı değiştirirsen, dünya değişir.

Potansiyel.

Öldüğün zaman o yok olacak.

Son.

Yarattığını yaratmış, düşünü düşlemiş, ismini yazmış olursun. Buraya gömülebilirsin, hatta yürüyebilirsin. Ama potansiyel bitmiştir…”

Yazar romanını çok sevdiği bir biçimde bitiriyor. Yani kahraman artık asla eskisi gibi olamayacak denli değişmiştir; bazı güzel şeyler üzücü bir şekilde bitmiştir ama bazı yeni başlangıçlar içinde buruk bir umut yeşertir.

Çocuklarım olsaydı hiç düşünmeden okutacağım bir kitap. Erişkinlere de tavsiye ediyorum.

Yazan: Wherearethevelvets

Mezarlık Kitabı (The Graveyard Book), Neil Gaiman. Çev: Evrim Öncül / İthaki Yayınları / 2024.